• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Dünyayı Ardında Bırak retoriğinden çeşitlemeler

“Dünyayı Ardında Bırak, kahraman ailelerin ve özellikle kahraman babaların koalisyonunu öne çıkarıyor. Filmdeki kurtuluş mücadelesi ve dayanışma ruhu sıradan ABD’lilerin kahramanlık duygularını okşuyor.”

Dünyayı Ardında Bırak (Sam Esmail, 2023), Julia Roberts (Amanda).

HAMDİ KARAŞİN

@e-posta

SİNEMA-TİYATRO-TV

30 Mayıs 2024

PAYLAŞ

The West Wing[1] (1999-2006) isimli dizinin bir bölümünde Tanrı ve insan arasında geçen diyaloğu Dünyayı Ardında Bırak filminde annesine anlatan kız çocuğu, nehir kenarında yaşayan bir adamdan söz eder. Bu adam radyodan nehrin taşacağını ve nehir kıyısında yaşayanların önlem alması gerektiğini duyduğu halde nehir kenarındaki evini terk etmiyor. Adam her gün Tanrı’ya dua ettiği için Tanrı’nın onu sevip koruduğunu düşünüyor ve nehir kıyısından ayrılmıyor. Sonra sel oluyor. Sel sırasında kayığıyla kurtulmaya çalışan bir adam her gün dua eden adamı kayığına çağırıyor, ama adam bu yardım çağrısına da kulak asmıyor. Sonrasında bir helikopter geliyor, adam pilotun uzattığı yardım merdivenine de tutunmuyor. Her gün dua ettiği için Tanrı’nın onu koruyacağını düşünen adam selde boğuluyor ve cennete gidiyor. Tanrı’ya kızgın ve onu görür görmez soruyor; “Beni sevmen ve koruman için sana her gün dua ettim, ama sen beni kurtarmadın”. Tanrı da cevap veriyor; “Sana radyo haberi, kayık ve helikopter gönderdim, daha ne yapayım?”

Dünyayı Ardında Bırak
Yönetmen: Sam Esmail
Senaryo: Rumaan Alam, Sam Esmail
Oyuncular: Julia Roberts, Mahershala Ali, Ethan Hawke, Myha’la Herrold
Yapım: ABD, 2023

Dünyayı Ardında Bırak filmi bu hikâyeden hareketle Tanrı’nın insanlığın kurtuluşu için çok sayıda araç ve fırsat sunduğunu, ama insanlığın bu şansı kullanmayı ve kendisiyle birlikte dünyanın mahvına engel olacak adımları atmayı beceremediğini söylüyor. Film insanlığa Tanrı’nın cennetinde buluşma vaadinde bulunamıyor. Çünkü ortada ne Tanrı inancı kaldı ne de kurtarılacak bir dünya! İnsanlık her gün dua ettiği halde umduğu ve mutlu olacağına inandığı bir hayatı var etmeyi beceremedi ve kendi sonunu hazırladı.

“Dünyayı Ardında Bırak” nitelemesi, günümüzün kişisel gelişim retorikleri arasında çok sık ifade ediliyor. Filmin adı çağdaş bireyin ruhsal durumlarına belirli bir “liberalleşme” tavsiye ediyormuş gibi görünüyor. Ancak filmde bu türden önermeler görmüyoruz. “Maddi dünyayı bırak, maneviyatı seç!” “Meta ilişkilerini reddet doğayla bileşik ve eşit ol!” “Geleneksel normları terk et, kendin ol!” Aksine film çağdaş bireyin yüklendiği misyonlara dikkat çekiyor ve bu misyonları koruması gerektiğini gösteriyor.

Rumaan Alam’ın aynı isimli kitabından uyarlanan Dünyayı Ardında Bırak  filminin devamı niteliğinde olduğunu düşündüğüm bir başka film bugünlerde vizyona girdi: Civil War (İç Savaş). Bu yeni film, yazısını yazdığım filmle teknik ve finansal bağa sahip değil. Ancak ABD’de Hollywood sinemasını bir “üst sinema beyni” olarak düşünürsek, film endüstrisi Amerikalıları ilgilendiren senaryolarla içsel bir bağı her zaman koruyor ve Amerikalının hayat tarzına müdahaleler üretmeye devam ediyor. Civil War filmi, ABD’den ayrılan 19 eyaletin ortaya çıkardığı iç savaş koşullarını anlatıyor. Dünyayı Ardında Bırak filmi de tam olarak yeni bir iç savaşın eşiğinde sona eriyor.

İnsanı sevmediğin yerde evini ve eşyalarını seversin

Dünyayı Ardında Bırak filmi izleyicisine modern hayatı değil ama çağdaş toplumu/çağdaş insanı terk etmeyi öğütlüyor. İnsansız (aslında toplumsuz) bir modern hayat liberal bireyciliğin son dönem parlattığı tercihlerden biri. Toplumdan uzak, izole edilmiş seçkin mekânlarda yaşama ayrıcalığına sahip olma tutkusu ve belirli bir topluluğa bağlı olma zorunluluğundan kaçış, bireyin özgürlüğü olarak tarif ediliyor. Film çağdaş yaşamın dayattıklarından, mevcut şehir hayatından, iş hayatından, toplum hayatından uzaklaşacak arayışları akla getiriyor. Ancak söz konusu hayatlardan kopmadan ve her şeyi radikal olarak reddetmeden…

Film çağdaş toplumun gündelik hayat eleştirisini yaparak başlıyor; bireyin refah ve mutluluk arayışı, çalışma hayatındaki başarı hedefi üzerine kuruluyor; başarı sürekliliği ve kalıcılığı olan bir avantaja dönüşmeyince çağdaş birey sık sık dezavantajlarla karşı karşıya geliyor ve sahip olduğu kıymetli avantajları kaybetme korkusu yaşamaya başlıyor. Başarısızlık korkusu yaşamsal kaygıları artırıyor. Kaygılarla birlikte yalnızlaşma ve toplumsal bağlardan kopma isteği öne çıkıyor. İş, toplum ve aile sorunları içinde birey çaresiz hissedince kaçış yolları bulmaya çalışıyor; varlıklıysa kaçış noktaları olarak filmdeki gibi “kırsal modernizmi” üretecek bir konfor pratiğine yöneliyor, varlıklı değilse daha karanlık ve radikal çatışmalar yaşıyor.

Mahershala Ali, Myha’la Herrold, Julia Roberts, Ethan Hawke, Dünyayı Ardında Bırak, 2023.

Dünyayı Ardında Bırak filmi modern toplumda göreli olarak belirli bir refah ve mutluluk düzeyini yakalamış olan bireylerin, bu olanakların avantajlarını kullanarak çağdaş toplumun merkezinden “çevresine” taşınmayı, “kaçış” ve “özgürlük yolu” biçiminde gösteriyor. Elbette “merkezden” toplanmış olan “birikim” “çevredeki” avantajlı hayatı sürdürmeye yetecek düzeyde olmalıdır. Düşünce şu: “Biz kazandık, bu saatten sonra kazancımızı artık başkaları artırsın. Bu sayede biz de başkalarının bize kazandırdıklarını tüketecek seçkin mekânlarımızda pahalı zamanlarımızı yaşayalım.” Film günümüzde zamanın parayla satın alınabilecek bir değer (meta) haline geldiğini de ek olarak ifade ediyor.

Dünyayı Ardında Bırak filmi yüksek geliri, sermayesi, zenginliği, refahı olanların “merkezde” yaşadıkları “varsıl yabancılaşmayı” gösteriyor. “Varsıl yabancılaşmaya” göre ekonomik ve sosyal avantajları koruyarak sürdürmek ve modern toplumun çağdaş sıkıntılarından uzaklaşmak sınıfsal bir davranış biçimi halini alıyor. Bu davranışın gereği olarak çağdaş toplumun ve çağdaş bireyin tükenmiş olan yaşam mekânlarından uzaklaşmak ve “çevrede” yeni, seçkin konforlu mekânlar bulmak amaç haline geliyor.

Başarılı bir iş kadını olan anne sabah uyanıp pencerenin dışındaki dünyayı gözlemlediğinde bir “aydınlanma” yaşar ve insanları sevmediğine karar verir. Bu düşünceyle şehrin yakın çevresinde, kırsal bir mekânda ev kiralar ve ailesiyle birlikte, sevmediği insanlarla karşılaşma zorunda kalmadan “bir haftalığına” uzaklaşmak ister. Bu “aydınlanma” modern toplumu karşısına almak, eleştirilen modern toplumdan ve bu topluma ait ilişkilerden kopmak, ilişkileri reddetmek biçiminde kendisini göstermez. Eleştirilen toplumun karşısına “başka toplum modeli” koymayı düşünmek ve bunu bulmak yerine konforlu ve seçkin mekânların içinde izole olmayı tercih etmek “yeniye” dair belirli bir arayış sıkıntısını değil, tatil yapma ihtiyacını gösterir.

Dünyayı Ardında Bırak filmi varolan toplumsal gerçekliği kapitalist üretim ilişkileri üzerinden okumayacaktı elbette! Haliyle popüler okuma biçimlerine yönelecekti; dünyadaki mevcut durumun belirsizliğini ve kaotik hallerini, komplo senaryoları ve karanlık/gizli odakların gücü üzerinden okuyacak ve aklını buradan yürütecekti.

Filantropinin (insan [toplum] severlik) tükendiği noktada gelişen “varsıl yabancılaşma” kendisini merkezin dışında kırsal bir alanda, “doğa harikası” bir mekânda, modern ve yüksek konforlu tasarlanmış bir villada ifade ediyor. İnsandan nefret eden “aydınlanmanın” vardığı yer fetişe dönüştürülen bir ev oluyor. Film merkezden kaçıp çevreye yerleşen ailenin modernite karşısında doğayı değil, aksine doğanın içinde tasarlanmış mikro modernizm ürünü olan evi tercih ettiğini gösteriyor. Film modern insanın doğayla buluşmasını amaçlamıyor, doğada modernliğin yeniden nasıl tesis edileceğini gösteriyor. Bu tür bir bakışın olduğu yerde doğa modernitenin kartpostal manzarasından başka bir şey değildir. Kapitalist üretim tarzı içinde doğa sadece “natürmort” bir göstergedir. Filmdeki aile merkezden çıkıp “doğa harikası” bu yere gelir gelmez ilk elden evi, evin odalarını, havuzunu, teknolojik donanımını, güvenliğini ve diğer ev konforuna dair şeyleri inceliyor, buna dair heyecanı yansıtıyor.

Julia Roberts, Ethan Hawke, Mahershala Ali, Myha’la Herrold, Dünyayı Ardında Bırak, 2023.

Filmde çağdaş toplum bileşkesinden uzaklaşan ailenin doğayla ve doğa yaşamıyla “kucaklaşmak” yerine, ilk elden kiralanan ev ve evin konforuyla “kucaklaştığını” görüyoruz. Çağdaş insanın tükenmiş yaşam arzusu fetişleştirilmiş ev ve ev konforuna ait objelerle yeniden canlandırılıyor. “Doğa harikası ev” biçiminde/içeriğinde görselleştirilen ve arzulanan evin (nesnenin) doğayla ve doğa yaşamıyla yakından uzaktan ilişkisi bulunmuyor. Sadece doğa talanına neden olmuş aşırı lüks bir yapının orman içine konuşlandırıldığı görülüyor. Dolayısıyla filantropinin tükendiği bir dönemde ev veya eşya severliğin ve konfor fetişizminin güçlendiğine tanık oluyoruz.

İnsan sevmezlik duygusunu benimsemiş bireyin toplum içindeki yalnızlığı daha da büyüyor. Bu aşamada birey toplumsal olay ve olguları kader kavramıyla yorumluyor ve iradesi dışında gelişen durumlara boyun eğmeye başlıyor. Buna bağlı olarak toplumsal olay ve olgular karşısında biat eden birey yöneten ve yönetilen ilişkisinde edilgen ve manipülatif etkilere açık hale geliyor. Sonuç olarak birey akıl ve irade fonksiyonlarından oluşturduğu varoluşunu kendisi dışındaki aygıtlara/kurumlara teslim ediyor.

“Dünyayı Ardında Bırak yabancılaşmanın, parçalanan gerçekliğin, iletişimsizliğin, tek başınalığın, yani bir ruhsal kıyamet filmi…”[2] Çağdaş bireyin toplumsal ve politik ilişkiler içinde iradi olarak etkisiz kaldığını anlatan film, edilgen duruma düşen bireyin sosyo-ekonomik süreçleri algılama, yorumlama ve müdahale etme aklından yoksun bırakıldığını gösteriyor. Bir başkasıyla sosyal, siyasal ve kültürel bağları koparılmış olan bireyin “arzu nesnesi” de başkalaşmış oluyor; birey, insan ve toplum dünyası içinde etkin olmak yerine obje ve haz dünyası içinde nesneleşiyor.

Bu noktada Dünyayı Ardında Bırak filmi bu “kaybolmuş” olan bireyi/aileyi yeniden çağdaş topluma ve toplumsal aidiyetlere geri çağırıyor. Mesaj şu; “merkezden” ve geleneksel aidiyetlerden uzaklaşacak ya da kopacak olursan, kaynağı belirsiz tehditler ve tehlikelerle yüz yüze gelirsin! Ayrıca bugüne kadar biriktirdiğin varlıkları ve tüm değerleri (sermaye ve sermayenin aygıtları; devlet, din, ordu gibi) kaybedersin!

Ülkeni kaybettiysen de ailen için kahraman ol!

ABD toplumu için her konjonktürün özel bir korku motifi vardır. Dönemin ekonomi-politik ve toplumsal koşullarına bağlı olarak oluşan “toplumsal psikoloji” belirli bir korku motifinin nesnesi olarak yeniden türetilir. Özellikle devletin ideolojik ve kültürel aygıtları dönemin korku motifini işlemek ve yaygınlaştırmak konusunda ustalıkla çalışır. Hollywood sineması “toplumsal psikolojinin” manipüle edilmesi doğrultusunda önemli “ihaleler” alır ve konjonktürün ilgili korku motifini sinemalaştırarak kitleleri yönlendirir.

Hollywood sineması bir tür manipülasyon fabrikası gibi çalışmaya başlar. Amerikalı yerliler (Kızılderililer), siyahlar, komünistler, Asyalılar, Güney Amerikalılar gibi belirli bir coğrafyanın ve ideolojinin temsilcisi etnik ve politik gruplar daima bir korku öznesi olarak işlenir. Yanı sıra, endüstriyel ve teknolojik gelişmelerin neden olduğu biyolojik, ekolojik, psikolojik anomaliler ve felaketler benzer bir manipülasyonla korku motifi içinde işlenen olgular olarak yeniden ele alınır. Bunlar yetmezmiş gibi uzaylılar, yaratıklar, fantastik ucubeler, vb. unsurlar da korku manipülasyonuna hizmet etmeyi sürdürür.

Farrah Mackenzie, Dünyayı Ardında Bırak, 2023.

Bu ve buna benzer alt ya da üst korku motifleriyle belirlenen ABD toplumu günümüzde yeni bir korku motifiyle daha manipüle ediliyor; siber saldırı korkusu. Elektronik/siber ağın her şeyi ve herkesi kapsamı içine aldığını ve toplumsal ilişkileri bu ağa dahil olacak şekilde yeniden ördüğünü görüyoruz. “Dijital teknolojinin mutlakiyeti” ekonomik-ticari ilişkileri, politik-toplumsal yapıyı, silahlanma ve güvenlik alanını, ideolojik ve kültürel hegemonyayı etkileyecek düzeye erişmiş bulunuyor. Bu “mutlakiyetin” sahip olduğu güç “kötü niyetli” kişilerin eline geçtiğinde mevcut kurulu düzenin tehdit algısı şekillenmeye başlıyor. Kurulu düzenin iktidarları/devletler siber gücün “kötü niyetli” kişilerin eline geçmemesi için “iyi niyetli” resmî siber güç aygıtları geliştiriyor. Siber güç “iyiler” ve “kötüler” arasında oynanan yakantop oyununa dönüşüyor.

“Toplumsal psikoloji” üzerinde siber saldırı algısına bağlı olarak iki uçlu bir korku nesnelliği yaratılıyor: Birincisi, kurulu düzene “dışarıdan” gelebilecek yabancı siber saldırılar. İkincisi, kurulu düzenin istikrarı ve güvenliği için “içeriden” oluşturulacak resmî siber tahakküm. Her ikisi de “dijital mutlakiyet” altında hem toplumun hem de bireyin düşünüş ve davranış süreçlerini etkileyen korku motifleri olarak kullanılıyor.

Dünyayı Ardında Bırak filmi bu düşünüş ve davranışların içerildiği bir hikâyeyi anlatıyor: New York’ta bir elektrik kesintisi yaşanıyor ve şehir “blackout” oluyor. İnternet çöküyor. Telefon iletişimi kopuyor. Televizyon ve radyo yayınları kesiliyor. Uçaklar uçuş kontrolünü kaybedip düşüyor. Elektrikli arabaların otomatik sürücüleri devre dışı kalıyor. Kulakları çınlatan elektronik dalgalar duyuluyor. Navigasyonu bozulan yük gemileri kıyılara oturuyor.

Film siber saldırı senaryosunu üç başlık altında sınıflandırıyor:

İlk aşama tecrit, iletişim ve ulaşım ağlarını engellemek, saldırılacak olan hedefi felç etmek, hedefi sağır ve dilsiz konuma getirmek.

İkinci aşama eş zamanlı kaos yaratmak, gizli saldırılar ve dezenformasyon düzenlemek, savunma sistemini çökertmek, silah sistemini hem devletin ordusuna hem de radikallere karşı savunmasız bırakmak, insanları birbirine karşı düşman hale getirmek.

İlk iki aşama başarılırsa üçüncü aşama kendiliğinden gelir; darbe, iç savaş ve çöküş gerçekleşir.

Bu aşamalar devreye sokulduğunda söz konusu ülke istikrarsızlaşacak ve ulusal birliktelik dağılacaktır ki, bu noktada “düşmanın” başka bir şey yapmasına gerek kalmayacaktır.

“Dijital mutlakiyetin” sebep olduğu korkunun sadece toplumu ve bireyi sarmadığını, aynı zamanda kapitalist ulus-devletleri de tehdit eder hale geldiğini görüyoruz. “Toplum psikolojisi” üzerindeki bu korku kapitalist ulus-devletlerin hem belirlediği hem de belirlendiği bir aşamaya varıyor. İktidar aygıtları için yönetilenleri en iyi yönetecek enstrümanın korku ve düşmanlık yaratmak olduğunu anlıyoruz.

Film siber saldırı korkusuyla iktidarın/devletin kendisini konsolide ettiğini ve toplumu/bireyi bu korkuyla manipüle ettiğini gösteriyor. Yaşanan felaketler ve saldırılar ülkeyi, toplumu, aileyi ve bireyi hedef alıyor. Ulusal kenetlenmenin önemini öne çıkaran böylesi konjonktürler iktidardan/devletten bireye kadar her toplumsal kategoriye ulusal/kutsal görevler sunuyor. Hollywood sinemasının kahramanları bu aşamalarda ortaya çıkıyor. Ülkesini, cemiyetini, ailesini ve diğer kutsal değerleri koruyan ve kurtaran kahramanlar bu konjonktürlerde oluşuyor. Kendini kurtarmak aileni kurtarmaktan, aileni kurtarmak cemiyetini, cemiyetini kurtarmak devletini kurtarmaktan geçiyor.

Film böylesi bir siber felaket karşısında ABD’li beyaz bir aileyle siyah bir ailenin korkularını ortaklaştırıyor ve farklı ırklara sahip olan bu ailelerin korku ve tehditlere karşı ortak düşünmeleri ve ortak hareket etmeleri gerektiğine işaret ediyor. Ailesini kurtarmaya çalışan bireyin (genellikle baba olur) bu süreçte ulusu için bir kahramana dönüşmesi, Hollywood sinemasının olmazsa olmazlarından.

Mevcut dünya: İktidarlar ve aileler

Dünyayı Ardında Bırak filmi “acil durum” sinyali veriyor. Bu sinyale göre mevcut yönetim aygıtları dönüşüyor, ailenin yapısı değişiyor, çocuk ve gençlik kimliği başkalaşıyor, ABD’nin varoluş rasyonalitesi yenileniyor.

Yönetim aygıtları:

Mevcut dünyanın devletlerine/iktidarlarına ait yönetim aygıtları kimlik değiştiriyor; ulus-devlet organizasyonları, sermaye çıkarına çalışan otoriter birer polis devletine dönüşüyor; anayasal temel hak ve hürriyetler ihbarcı ve baskıcı devletler tarafından filizlenmemek üzere budanıyor; para, silahlanma ve güvenlik temel ekonomi-politika haline geliyor.

Film yukarıda sözünü ettiğimiz üç aşamalı senaryoya göre yönetim aygıtlarında dönüşümün gerçekleştiğinden söz ediyor. Buna göre yönetim erkleri dış kökenli odakların ülke bütünlüğünü ve beraberliğini tehdit ettiğini öne sürüyor. Yönetim aygıtlarının bu tehditlere karşı hazırlıklı olması gerektiği vurgulanıyor. Olası tehditlerden biri,  kontrolsüz askerî kuvvetlerin (iç veya dış silahlı güçler) Beyaz Saray’a saldıracağı, şehirleri işgal edeceği ve yüksek radyasyon tehlikesiyle yüz yüze bırakacağı, buna karşılık olarak da halkın sığınaklara sığınmak zorunda kalacağı...

ABD’de iş dünyasının öne çıkan isimlerinden birinin politik gizem içeren açıklamaları da var filmde:  devletin savunma sanayisiyle önemli işler yapan bu kişi dünyayı bir tür şeytani çetenin yönettiğini, bu şeytani hırslara sahip olan varlıklı isimlerin, devletlerin ve ulusal sınırların üstünde konumlandığını ifade ediyor. Söz konusu üç aşamalı senaryodaki başlıklarla ilgili çeşitli stratejilerin geliştirildiğini söylüyor. Buna göre konjonktürel olarak kimi dönem İran ve Rusya, kimi dönem Çin ve “Kuzey” Kore, kimi dönem de Ortadoğu gibi coğrafyalar malum tehditlerin odakları olarak gösteriliyor.

Mahershala Ali, Julia Roberts, Dünyayı Ardında Bırak, 2023.

Bunlar Beyaz Saray’ın ve Hollywood sinemasının iştahla üzerine atladığı konulardır; dış kaynaklı terör odakları, radyoaktif saldırı tehditleri, silahlı ve sığınaklı korunma tedbirleri, kapalı kapılar ardındaki gizemli güçler ve benzeri propagandif söylemler sıradan ABD’lilerin güvenlik paranoyasını besleyen içeriklere sahiptir. Burada da zengin ABD’lilerle yoksul ABD’lilerin bu paranoyayı nasıl yaşadığına dair iki örnek var; sığınağında on yıl yetecek gıda ve konforu olan villa sahibiyle verandasında ABD bayrağı asılı olan beyaz işçiyi elinde tüfekle evini ve ailesini korumaya çalışırken görüyoruz.

Aile:

ABD’li aileler mikro devletlere dönüşmüş durumda. Gelir durumlarına göre her bir “devletçik aile” silahlanmış ve dışarıya karşı mülkiyet sınırlarını koruma altına almış görünüyor. Aile mülkiyeti (ev, çiftlik, arazi, vb.) “vatan” toprağı olarak algılanıyor ve her kapının önünde ABD bayrağı sallanıyor. Aile içi bireylere devlet-baba ve devlet-ana kimliği altında barınma ve güvenlik koşulları sağlanıyor, aile bireyinin uyacağı “yasalar” belirleniyor ve aile bireyi “üst devlete” hizmet etmek üzere yetiştiriliyor. Ailesiz olmak “vatansızlık” ve dışlanmışlık (devletsizlik) olarak yansıtılıyor.

Dünyayı Ardında Bırak filmi “üst devletini” yitirmiş ailelerin mikro aile devletçiklerini oluşturma süreçlerini gösteriyor; siyah ve beyaz ırktan gelen iki ailenin dışarıdan gelen tehditlere ve saldırılara karşı nasıl kenetlenmesi gerektiğini devletçik olma sürecinde izliyoruz. Devletin ve yönetim aygıtlarının kaybolduğu ve etkisizleştiği koşullarda aileler “vatanlarını” koruyan birer ordu-devletçiklere dönüşüyorlar.

“Filmler belli bir dönemin olay ve fenomenlerini doğrudan tasvir ederek o dönemin toplumsal gerçekliklerini belgesel ve gerçekçi tarzda ortaya koyabilir. Filmler aynı zamanda bir dönemin farklı veçhelerini tercüme eden, yorumlayan ve dolaylı olarak resmeden alegorik temsiller de sunabilir.”[3]

Dünyayı Ardında Bırak filmi siber saldırı ve tehdit karşısında zayıf düşen, hatta dağılmakla karşı karşıya kalan “ulus-aile-birey birliğinin” nasıl toparlanabileceğini anlatmaya çalışıyor. Buna göre mevcut haliyle dağılmış ve inancını kaybetmiş toplumun/bireyin korku ve kaygılarını azaltacak olan algıya güç vermeye çalışıyor. Geleneksel normları parçalamadan ama yeni olgulara karşı da duyarsız kalmadan dönemi anlamaya çalışan film eskiye ait değerleri (ulus-din-aile) “yeni zamanlar” içinde geliştirmeyi öneriyor. Günümüzün korku ve kaygılarına karşı eskinin değerlerine tutunarak yenilenmiş birliktelikler, dayanışmalar ve alternatif kenetlenmeler öneriyor.

Kiracı konumdaki beyaz aileyle mülk sahibi siyah aile siber saldırının sebep olduğu zararlara ve tehditlere karşı birlikte hareket etmeye çalışıyor. Hollywood sineması için “liberal” denebilecek bir dayanışma örneği bu! Filmin üst mesajı da bu olsa gerek; ırklardan önce aile birliğini ve bütünlüğünü korumak gerektiği. Çünkü aileni koruduğun yerde devletini ve ulusunu da koruma misyonu üstlenmiş sayılacaksın; bir diğer mesaj da bu olsa gerek. Aile ve ulus başlığı altında kenetlendikten sonra nasıl bir aile ve nasıl bir ulus sorusuna verilecek cevap aşamasına geliniyor; mümkünse “beyaz” veya “beyazlaşmış” olanı makbul gösteriliyor, gösterilecek.

Aileler başlığı altında babalar ve annelere de alt başlık açmalı. Hollywood sineması babalara genellikle ailenin dış ilişkiler misyonunu biçer, annelere de aile içi sorumlulukları yükler. Dünyayı Ardında Bırak’ta babalar üç farklı sosyal ve politik çevreden olmalarına rağmen “baba olmak” misyonu altında ortaklaşıyor.

Beyaz, kiracı, akademisyen babayı “liberal” kimlik altında görüyoruz; ABD’li toplumun medya kültürü üzerine çalışıyor, ırkçı değil ama yabancı “ürkekliği” barındırıyor, gençlik yıllarına ait isyancı ve sıradışı eylemleri olmuş, ancak gelinen noktada bir baba gibi davranması gerektiğini öğreniyor. Siber saldırı ve tehdit karşısında ailesini(!) korumayı biliyor ve özellikle oğlunun yaşaması için cansiperane bir şekilde mücadele veriyor.

Siyah, ev sahibi, broker babayı ABD’nin büyük ekonomik ve politik ilişkileri içinde meslek sahibi olmuş bir yerde görüyoruz; beyazlarla ve beyaz dünyasıyla uyumlu bir entegrasyon kurduğunu; ekonomik refah koşullarında yaşamasına rağmen dünya siyasetinde söz sahibi olan isimlerden korktuğunu anlıyoruz. Buna rağmen siber saldırı ve tehdit karşısında hem kızını hem de beyaz dünyanın “kutsal ve ulusal” değerlerini korumak konusunda görev alması gerektiğini biliyor. Beyaz akademisyen baba ve evinin tadilat işlerini yapan beyaz inşaat ustası babayla “savunma ittifakı” kurmaya çabalıyor.

Sıradan ABD’li, beyaz inşaat ustası baba, egemen ideolojinin temel motiflerini koyu bir biçimde savunuyor; ABD bayrağı sallanan evinin kapısına, “No Soliciting” (hiçbir şey talep etmeyin!) yazmayı ihmal etmeyen beyaz işçi baba evinin verandasında silahıyla oturuyor. Beyaz işçi baba siber saldırı ve tehdit karşısında ABD’nin uzun zamandır (11 Eylül saldırısından beri) savaşta olduğunu, dünya siyasetinin mantığını yitirdiğini ve bu aşamada bir baba olarak kendi mantığını kurması gerektiğini düşünüyor. Güvendiği herkesin kendisini yüzüstü bıraktığını ve bu koşullarda önceliğinin ailesini ve kendisini korumak olduğunu söylüyor.

Farklı sosyal ve kültürel kimliklerden gelen babalar ortak paydada buluşuyor; aileyi korumak ve ulusal aidiyeti güçlü kılmak. Farklı sınıfsal kimlikler ortak “düşman” karşısında, ortak değerler altında birleşiyor:

“Genel olarak sinema çeşitli görme biçimleri sunan bir tahayyüldür; ya geleneksel görme ve deneyimleme biçimlerini yeniden üretir ya da insanın nesneleri daha önce hiç görmediği veya deneyimlemediği biçimlerde algılamasını sağlar.”[4]

Film görme ve algılama biçimine yeni bir katkı sunmuyor, mevcut olanı pekiştirmekle yetiniyor . Tanrı ve aile kavramını kaybetmemek ve parçalamamak için “liberal” girdiler yapmaya çalışıyor. Siyah ve beyaz dayanışmasını, işçi ve yönetici birlikteliğini, zengin ve yoksul kenetlenmesini, ulus-devlet-aile değerlerine ait anlamı güçlendirecek takviyeler üretiyor;  muhafazakâr ilkelerle değil, ırkların ve sosyal sınıfların dayanışmasını öne çıkaran “liberal” görme biçimleriyle toplumsal bağları güçlendirmeye çalışıyor.

Hollywood sinemasında annelerin değerler ve ortak “düşman” konularında, babalardan farklı düşünmediklerini, ancak görev ve sorumluluk alanı itibariyle annelere, aile içi/ev içi mekânla ilişkili sınırlar çizildiğini görüyoruz. Bu tutumun ideolojik ve kültürel temelleri mutlaka vardır. Ancak Hollywood sineması annelere her zaman kutsal değerler üzerinden davranışlar biçer ve hareket noktası daima muhafazakâr bir çerçeve olur; anneler ya bu çerçevenin içindedir, değilse de bu çerçeveye çekilmeye çalışılır. Filmdeki tek beyaz anne (zira diğer iki ailenin anneleri ölmüştür) insanları sevmemek duygusundan insanları (özellikle siyah genç kadını) korumak ve sevmek noktasına gelir. Siber saldırı ve tehdit durumunda annenin, kendisinden önce düşünmek ve korumak zorunda olduğu çocukları ve ailesi vardır. Çünkü hem çocuk hem de aile ulusun/vatanın geleceğini temsil eder. Annenin sınırları belirlenmiş mekân içindeki görevi budur.

Çocuklar – Gençler:

“Dijital mutlakiyet” koşullarında, çocukların/gençlerin (yeni nesil) karşılaştığı büyüme ve gelişme sorunları temelde değişmemiş olsa da, bu kesimin sorunlarında etkili olan dinamikler dönüşmüş görünüyor. Önceleri dış mekânlardan (sokak, okul, iş, vb.) gelen tehlikeler yine evin/ailenin dışından geliyor ama bu sefer “dijital dünyanın karanlık odaklarından” evin içine sızıyor. Üstelik evin büyüklerine sezdirmeden, çocukların/gençlerin “akıl odalarına” kadar sızabiliyor. Dünyayı Ardında Bırak filminde, tıpkı diğer Hollywood filmlerinde olduğu gibi, çocuklar/gençler saf, temiz ve her zaman kandırılmaya elverişli gösteriliyor. Ailesiz, ebeveynsiz olan çocuk/genç, devleti olmayan ulus gibidir, yoldan çıkmaya ve “günaha” yönlendirilmeye müsaittir. Bu filmin odağındaki çocuklar/gençler ebeveynlerin korumasına ve yönlendirmesine muhtaçtırlar. Çocuk/genç için aile sığınılacak tek güvenilir limandır. Çocuk/genç “aile tavında dövülerek” ulusuna ve devletine hizmet etmek üzere hazırlanır.

ABD rasyonalitesi:

ABD rasyonalitesi hiçbir zaman doğanın rasyonalitesi gibi mantıksal bir tutarlılığa sahip olmadı. ABD özgürlükler ülkesi olarak ifade edilmesine rağmen hâlâ ırk ve etnik ayrımcılık ülke içinde sıcaklığını korumaktadır. ABD’de hukuk sistemi “bireyin temel hak ve hürriyetine göre kurulmuştur” savı öne sürülse de, birey serbest piyasa ekonomisi ve neo-liberal muhafazakâr devletin karşısında daima güçsüz ve etkisizdir.

Filmde ABD rasyonalitesinin belirgin bir örneğine rastlıyoruz. Dünya siyasetine yön verme ve etkileme motivasyonu her zaman yüksek olan Beyaz Saray’ın değişik coğrafyalarda yürüttüğü türlü çeşit jeo-politik planlara sık sık tanık oluyoruz. Film bunun iyi bir örneğini veriyor; ABD’nin önemli şehirlerine uçaklardan farklı dillerde (filmde gösterilen Çince ve Arapçadır) yazılmış tehdit bildirileri atılıyor. Bildirileri görenler siber saldırı ve tehdidin gördükleri dile ait ülkeden geldiğini düşünüyor. Bunun üzerine filmdeki siyah baba, “Dünya çapında bir sürü düşman edindik” diyor ve ABD rasyonalitesinin tutarsızlığına dikkat çekiyor. Özgürlükler ülkesi denen ABD, feodal Arap Yarımadası’yla iyi ilişkiler kurabiliyor. Ya da barış söylemi altında, Rusya’ya karşı Ukrayna’nın savaş gücünü artıracak silah yardımında bulunuyor. Ulusal siyasette “kuzu” kesilen Beyaz Saray dış siyasette “kurda” dönüşüyor; ABD rasyonalitesinin jeo-politik planlara düşkünlüğü ABD’lileri konjonktürel saldırı ve tehditlerle yüz yüze getirdiğinde, Beyaz Saray her zaman mağduru oynamayı seviyor.

Sonuç

Dünyayı Ardında Bırak filmi kahraman ailelerin ve özellikle kahraman babaların koalisyonunu öne çıkarıyor. Filmdeki kurtuluş mücadelesi ve dayanışma ruhu sıradan ABD’lilerin kahramanlık duygularını okşuyor. Ailesini ve ulusunu saldırılardan korumaya çalışan babalar ve anneler ülkelerini tehlikelerden kurtarmaya adanmış kahramanlardır.

ABD rasyonalitesi hem ülke ölçeğinde hem de uluslararası ölçekte Beyaz Saray’ın kahramanlığını anlatmaya çalışıyor. ABD rasyonalitesi dünyanın ve hatta dünya dışının tehlikeler barındırdığına inanıyor. Dolayısıyla ABD rasyonalitesi ülkeyi, ulusu, aileyi ve bireyi koruma, savunma ve saldırılara yanıt verebilme konusunda Beyaz Saray’ın her zaman gücünü canlı tutması gerektiğini savunuyor.

Hollywood sinemasının Beyaz Saray’ın kahramanlığını parlatmakla meşgul olduğunu biliyoruz. Bunu sıradan ABD’lilerin şahsında gerçekleştirdiğini sık sık görüyoruz; bu ya bir asker olur ya bir polis, ya bir baba olur ya bir kovboy, ya bir astronot olur ya bir bilimadamı... Bu süreçte Beyaz Saray söz konusu kahramanların ihtiyaç duyacağı mizanseni politik ve medyatik unsurlarla donatıyor. Çünkü Beyaz Saray siyaseti toplumsal sorunların çözümünde (tehlikelerin ve tehditlerin kovuşturulmasında) daha çok sivillerin (aileler, babalar, askerler, vb.) ön plana çıkmasını tercih ediyor. Zira ulusal kahramanlığı sivillerin kahramanlığından türeten Hollywood sineması bu kahramanlıkları parlatacak projeksiyonları nereye tutması gerektiğini çok iyi biliyor.

Günümüzde “dijital mutlakiyetin” sanal sanrıları vardır. Her gün uluslar ve bireyler bu sanal sanrıların tehditleriyle yüz yüze geliyor. Siber saldırı ve tehditler olarak ifade edilen bu sanrılar kişilerin özel hayatlarından başlayıp devletlerin gizli anlaşmalarına kadar etkili olabiliyor. Yanı sıra, finansal dünya hareketlerinden şirketlerin sırlarına kadar etkilerini gösterebiliyor.

Politik ve toplumsal yapıyla ekonomik ve ticari ilişkileri etkileyebilecek güce erişen dijital teknoloji tehdit edebiliyor, korku yayabiliyor ve buna bağlı olarak tahakküm gücü oluşturabiliyor. Eski ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanlık yaptığı söylenen Dünyayı Ardında Bırak  bu türden tehditlerin, korkuların ve tahakkümün anlatıldığı bir hikâyeye sahip. Beyaz Saray’ın propagandif söylemleriyle birlikte söz konusu tehdit ve korkular ideolojik-politik ve kültürel bir içerik kazanıyor: Asyalılardan Ortadoğululara, Ruslardan Güney Amerikalılara kadar geniş bir coğrafyada ABD’ye saldırabilecek odaklara işaret ediliyor.

Film bize ABD’nin finansal ve mali düzeninin risk altında olduğunu anlatıyor. Beyaz Saray’ın katı savunma ve güvenlik sisteminin aşılabileceğini gösteriyor. ABD’li yaşam tarzının siyasal İslamcı odaklar tarafından tehdit edildiğini, ABD’lilerin aile ve din yapısının bozulacağı iddiasını öne çıkarıyor; söz konusu sanal tehditler nedeniyle ABD’lilerin tekin olmayan bir geleceğe sürüklendiğini, sosyo-ekonomik ve politik hayata korkuların ve belirsizliklerin hâkim olduğunu ifade ediyor: Toplumsal ve politik histerinin artmasıyla beraber, Beyaz Saray’dan sıradan ABD’liye kadar tüm toplum ve kurumlar “siber anksiyete” yaşamaktadır. Siber saldırı ve tehdit dünya coğrafyasının herhangi bir yerinden, hatta ülke içinden bile gelebilir. Dolayısıyla siber saldırı koşullarında “konvansiyonel düşman” tanımı yapmak artık mümkün değildir. Düşman veya saldırgan artık görünmezdir, “dijital silahlara” başvurur. Beyaz Saray’ın konjonktürel ilişkileri o dönem için kiminle çatışıyorsa, muhtemel saldırının odağı da orası oluyor.

Bu noktada Hollywood sineması devreye giriyor, konjonktürel düşmanı saptıyor ve düşmanla savaşın koşullarını, kahramanlarını ve zaferini belirliyor.

Yazının başındaki Tanrı ve insan arasındaki diyaloğa atfen, Tanrı insanlığın dualarını inandırıcı bulmayıp dünyayı terk etmiş olabilir mi? Bu durumda dualar da çare olmayınca, dünyanın ve insanlığın mahvına yine aynı insanlık neden olacak görünüyor. Tıpkı özgür ve eşit yaşanacak bir dünyanın ve insan hayatının var edeni olabileceği gibi…

Duaların çare olmadığını gören insanlık akılları saran “mistik tül”den düşüncelerini ve eylemlerini kurtarabilecek mi? İnsanlık sosyo-ekonomik ve politik krizlerin (doğal olmayan afetlerin) üzerindeki “mistik tülü” kaldırmayı başarabilecek mi?

 

NOTLAR:

[1] Dizi Beyaz Saray’da yürütülen politik faaliyetleri, bu faaliyetlerde rol alan kişileri ve kişilerin ilişkilerini anlatıyor.

[2] Bülent Usta, "Ruhsal Kıyamet", Birgün

[3] Douglas Kellner, Sinema Savaşları, Bush-Cheney Döneminde Hollywood Sineması ve Siyaset, çev: Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul, 2011 s. 29.

[4] Douglas Kellner, Sinema Savaşları, Bush-Cheney Döneminde Hollywood Sineması ve Siyaset, çev: Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul, 2011 s. 29.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Dünyayı Ardında Bırak

Önceki Yazı

SÖYLEŞİ

6. Mardin Bienali küratörü Ali Akay ile söyleşi:

“Mezopotamya’nın rüzgârının ve ovasının öznelliği”

“Benim perspektifimle belki de Mardin’de oturan entelektüel ve sanatçıların bakışı aynı olmayabilir. Bunu çok doğal karşılıyorum ama onlara hatırlatmak isterim ki, gitgide zamanın hâkim öğe olmaktan çıkıp yerini doğaya bırakmış olduğunu izlemekteyiz.”

MAHMUT WENDA KOYUNCU

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Hayko Cepkin konserinden:

“Hâşâ hissetmektir bizim vazifemiz!”

“Hayko Cepkin ile yaşıtsanız aynı ortak acı ve sevinçlerden de geçmişsiniz demek. Onu büyüten şarkılar sizi de büyütmüş, aynı memleket acılarını yaşamışsınızdır.”

GÖRKEM ÖRENTEPE
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist