Deniz Özbey ve Tuğrul Akyüz’le söyleşi:
“Beklentimiz sadece müzik yapmaktı, piyasa falan gibi şeyleri hiç dert etmedik.”
“Şiir başka bir şeydir, şarkı sözü başka bir şey. Aynı kulvarda değiller. Müzikal olarak ifade etmek başka bir şey. Öyle bir an geliyor ki, notayla söylenen söz insanın tüylerini diken diken edebiliyor ama notasyon olmadan o sözün bir anlamı olmayabiliyor. Aynı şey şiir için de geçerli. Şiirken çok hoşunuza gidiyor ama şarkı haline gelince tuhaf olabiliyor.”

Tuğrul Akyüz ve Deniz Özbey
Ulaş Bager Aldemir: Sahnelere yeniden döneceğinizi öğrendiğimde eski bir arkadaşıma kavuşacak olmanın mutluluğunu yaşadım. Vega, 90’ları 2000’lere bağlayan dönemeçten bize kalan bir yadigâr. Nasıl da özlemişiz! O günleri hatırlayalım mı Deniz Hocam? Neleri hayal ederek yola çıkmıştınız? Bize Vega’nın hikâyesini anlatabilir misiniz?
Deniz Özbey Akyüz: Tuğrul Akyüz ve Mert Koral aynı üniversiteden, İTÜ Elektronik’ten arkadaşlar ve müzikle ilgili birtakım çalışmalar yapıyorlardı. Ben de Tuğrul’un kız arkadaşı sıfatıyla katıldığım çalışmalarda dinliyordum, hoşuma gidiyordu, sonra bir şarkıda emeğim oldu, o da hoşuna gitti Number One Music’in. Benim onların arasında katılmam bu şekilde oldu. Number One Music’in sahibi ve kurucusu da Tuğrul’un arkadaşı Murat Akad’dı. Ömer Karacan, Murat Akad ve Vega, ‘96’dan itibaren beraber çalışmaya başladılar.
Peki bugünden baktığınızda neler hissediyorsunuz, hayallerinizi gerçekleştirebildiniz mi?
Deniz Özbey Akyüz: Ben kendi adıma cevap vereyim, Tuğrul da kendi adına cevap versin. Benim bir hayalim yoktu müzik konusunda. İyi bir dinleyiciydim ama mimardım ben. Mimarım daha doğrusu. Ama Murat Akad’ın ısrarları sonucu biraz meslek değiştirir gibi oldum. Müzikle ilgili bir beklentim yoktu ama beni hep mutlu etti. İnsanın beklentisi olmayınca her gelene teşekkürler diyorsun ve yoluna devam ediyorsun. Elinden geleni yapıyorsun, bazılarını başarıyorsun, başaramadıklarını ise ilerisi için düzeltmeye çalışıyorsun; öyle geçti...
Tuğrul Akyüz: Benim için de aynı şey geçerli. Açıkçası albüm çıkarmak benim aklımda yoktu, sadece güzel müzik yapmanın verdiği bir keyif vardı. Ama şanslıyız ki Murat Akad dinledi bizi. Bizim böyle bir arayışımız olmamıştı, her şey tesadüfen gerçekleşti. Bu bakımdan gerçekten çok şanslıyız. Bir şeyleri isteyip ters tepen durumlarla da karşılaşabilirdik ama Deniz’in de dediği gibi beklentimiz sadece müzik yapmak olduğu için piyasa falan gibi şeyleri hiç dert etmedik. Kendi kendine gelişti. Bu da bizi çok mutlu ediyor tabii.
Deniz: Hem sosyal olarak karışmak istemedik camiaya hem de camiadan bir beklentimiz olmadı. Ama güzel arkadaşlıklar oluştu.
Tam da bu bağlamda ikinci soruya geçmeden şunu sormak istiyorum: Mesela ilk önce nerelerde sahne aldınız? Kimlerle beraber çalıştınız? Biraz bunlardan da bahsedebilir misiniz?
Deniz: İlk olarak Teoman arkadaşımızın desteğiyle sahneye çıktık. Hangi seneydi tam hatırlamıyorum, 2000’lerin başı işte... Spica diye çok büyük bir kulüp vardı o zaman Dolapdere civarında. Teoman bizi destek grup olarak davet etti, biz de sahneye ilk kez böyle çıkmış olduk. Tabii Tuğrul ve Mert’in daha önce tecrübeleri olmuştu ama benim ilk çıkışım böyle oldu. Çok güzel bir tecrübeydi, çünkü binlerce insan izliyordu her hafta. Kim bunlar diye bakıyorlardı ama biz de o arada tecrübemizi edinmiş oluyorduk. Hatta ikinci albümü hazırlamaya başlamıştık. Daha henüz birinci albümü bile kimse bilmezken biz ikinci albümden şarkıları sahnede deniyorduk.
Tuğrul Hocam, siz bir şey eklemek ister misiniz bu konuda?
Tuğrul: Vega öncesi ufak tefek bir yerlerde çalmışlığım var, Deniz de biraz söz etti bundan. Koray’la çalmıştık bir dört beş ay. Koray Candemir, Kargo’dan. Ama daha Kargo’da değildi o zamanlar. Biz çalarken iki kişiydik, bilgisayar destekli bir şeyler yapıyorduk. Bilgisayar üstünden cover yapıyorduk daha çok. O sırada Kargo’dan Selim gördü Koray’ı ve onunla albüm yapmak istedi ve gruba aldı, Koray böylelikle grubun solisti oldu. Yani kısa bir tecrübeydi bizimki. Benim de onun dışında sağda solda pek çalmışlığım yoktu. Ama ilk albüm çıkınca işte Teoman bizi ön grup olarak aldı ve biz de sahne tecrübesi kazanmış olduk.
Deniz: Elektronik havalardan çıkıp sahnede nasıl canlı çalınır, biraz da bunu deneyimlemek istedik. Gelen diğer tekliflerde de bunu deneme şansımız oldu. Ufak tefek barlarda birkaç sene çalıştık, sonra da tamamen Tatlı/Sert’in kayıtlarına girdik.
Delinin Yıldızı’nın üstünden altı sene geçmiş. Bu süreçte sahnelerden sizi alıkoyan neydi ve şimdi neden geri döndünüz?
Deniz: Bizde öyle ayrılmak, geri dönmek mefhumları pek yok. Zaman geçiyor, müzik hayatımızın bir parçası; bazen daha fazla, bazen daha az. Hem duygu hem de vakit meselesi. Bir de pandemi başladı tabii. Delinin Yıldızı’yla konserlere hızlı bir giriş yaptık, çok güzel tepkiler geldi. Devam edecek gibi görünürken pandemi oldu, biz de herkes gibi durduk. Kasıtlı bir tutum değil yani. Ama bizim de sürekli konser vermek gibi kaygımız yok zaten.
Tuğrul: Konser vermeyi çok seviyoruz ama üst üste olunca biraz yoruluyoruz. Zaten hepimizin kendi hayatı var açıkçası. Benim de ayrı bir çalışma hayatım var örneğin, ayda ancak bir konser verebiliyorduk. Pandemiyle beraber bu da ortadan kalktı. Bu sırada özledik tabii sahnelere çıkmayı.
Deniz: Daha önce de başlayabilirdik tabii ama benim birtakım tedavilerim oldu. O tedaviler bitince başladık. Yani dönem dönem uzaklaşıyoruz. Sekiz-on konser veriyoruz, sonra tekrar dinlenmeye çekiliyoruz. Şu anda ise single çalışmaları yapıyoruz.
Genelde müzik sektörü, özelde ise rock kültürü açısından meşakkatli günlerden geçiyoruz. Pandemi, ekonomik kriz, siyasal çalkantılar, vs. Siz sektörün ve rock kültürünün geleceğinden umutlu musunuz?
Deniz: Çok sıkıntı çekenler oldu tabii. Özellikle sadece müzikle hayata tutunmaya çalışan, ailesinin geçimini bu yolla sağlayan insanlar üzerinde çok kötü etkileri oldu. Hainliğe varan birtakım yaklaşımlar oldu müzisyenlere karşı. Bunlardan dolayı çok üzgünüm. Ama genel olarak piyasaya bakarsak hep böyle bir söylem vardır, işte “kötüye gidiyor” vb. Hiç de öyle bir şey yok halbuki. Popüler müziğin her alanında o kadar çok yeni şeyler üreten insan var ki, hoşlanırsın hoşlanmazsın… Örneğin benim gibi daha çok yabancı müzik dinleyen birini yerli grupları takip eden, onlardan hareketle listeler hazırlayan bir insana dönüştürdü bu üretimler. Hoşlanmadığımız tek bir tür var, o da rap; rapten pek hoşlanmıyoruz. Aslında türden ziyade insanların davranışlarından, kavgalarından, gürültülerinden hoşlanmıyoruz.
Tuğrul: Tabii rap müziğin de çok güzel örnekleri var, Türkiye’de de öyle. Ama işte bir şey çok fazla ortaya çıkınca dejenere oluyor, bu bütün türler için geçerli. Biraz o bolluk ve hızlı üretimden kaynaklı olarak üretilen parçalar arasında bir fark hissedemez hale geliyorum ve sıkılmaya başlıyorum. Eskiden tabii daha az üretim ve her parçanın özgün bir tarafı vardı. Şimdiyse biraz tektipleşme söz konusu. Deneysellik azaldı yani.
Deniz: Deneysellik şart değil ki ama.
Tuğrul: Öyle ama ben onu arıyorum. Her dönemin farklı, radikal bir bakışı olan, müzikal anlamda bir şeyler deneyen –tabii deneysel derken inanılmaz atonal bir şeyden bahsetmiyorum– grupları vardı, oysa şimdi biraz törpülendi bu. Yenilik dediğimiz şey en fazla ‘70’lerin retrosunu yeniden gündeme getirmek oldu. Ama muhakkak ki müzik döngüseldir, her zaman bir değişim içerisinde olacaktır. Yapay zekâ fazla bulaşmazsa tabii; o başka bir etki yaratabilir.
Çok güzel şarkı sözleri yazıyorsunuz. Ankara, İz Bırakanlar Unutulmaz, Bu Sabahların Bir Anlamı Olmalı, Alışamadım Yokluğuna ve daha nicesi... Yazdığınız şarkı sözleri bence fena halde şiirsel. Peki hakikaten şiirden beslendiğinizi söyleyebilir miyiz? Edebiyatla aranız nasıl? Ayrıca yeri gelmişken, genel olarak beslendiğiniz kaynaklardan da söz edebilir misiniz?
Deniz: Grubun edebiyat bağımlısı Tuğrul. Ben çok fazla okuyan bir insan değilim. Okuyamıyorum, çünkü bir dikkat dağınıklığım var. Fakat doğuştan gelen bir yapabilirliğim var. Hatta Türkçeyi 10 yaşında falan tam olarak öğrendim, çünkü ailemle birçok ülkeyi gezdik ve ben hiçbir dili tam olarak oturtamadan tekrar Türkiye’ye döndüğümüzde ilkokul eğitimimi burada almamış biriydim ve ortaokulda Türkçe eğitim almaya başladım. Yine de bildiğim kadarını kullanarak başarılı kompozisyonlar yazmaya başlamıştım, herkesin de dikkatini çekmişti. Ama bir türlü çok okuyacak kadar dikkatimi toparlayamıyordum, bu böyle devam etti. Müzik hastasıydım ama dediğim gibi çok okuyamıyordum.

Tuğrul: Şimdi aslında şiir başka bir şeydir, şarkı sözü başka bir şey. Aynı kulvarda değiller. Müzikal olarak ifade etmek başka bir şey. Öyle bir an geliyor ki, notayla söylenen söz insanın tüylerini diken diken edebiliyor ama notasyon olmadan o sözün bir anlamı olmayabiliyor. Aynı şey şiir için de geçerli. Şiirken çok hoşunuza gidiyor ama şarkı haline gelince tuhaf olabiliyor. Deniz şairden ziyade bir şarkı sözü yazarı. Her kelimeyi içinden geldiği gibi, kendine dert ederek yazar. Her satırı, her harfi takar kafaya.
Vega demek çoğu insan için aynı zamanda Ankara demek. “Sokaklar dolusu şekerli kar kokusu, Tunalı’da gezinirken bizde bir kahvaltının tutkusu...” “Ankara’yı neden seviyorsun?” diye sorulduğunda başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Peki Ankara sizin için ne ifade ediyor Deniz Hocam?
Deniz: Ankara benim annemlerin memleketi. Çocukluğumda çok gittim geldim ve sokaklarına karşı çok duygusallık beslediğim bir şehir. Ama hiçbir zaman tümüyle bilmedim. Yenimahalle’yi bilirim en çok. Bahçeleri, çekingenliğim, oradaki arkadaşlıklar ve ömür boyu içime sinen, kömür karışık havası... Yaz akşamlarında yağan yağmurlar, sokaktan geçen terlikçiler... Hakikaten içimdekini yazmışım.
Ankara’da vereceğimiz ilk konser için eciş bücüş bir otobüsle yola çıkmıştık, şehir dışında vereceğimiz ilk konserdi. Ankara bu yolcuğun hikayesidir. İstanbul’da yağmur yağarken Ankara’ya vardığımızda müthiş bir karla karşılaşmış, konser alanına zar zor gitmiştik. Çok büyük bir konserdi, sadece biz yoktuk. Elektrikler kesilmişti, Demir Demirkan durumu kurtarmak için sahneye çıkıp akustik çaldı. Özlem Tekin de vardı. Bizi hiç kimse bilmiyordu ve bizim için onurdu orada olmak.
Ailemden kim müsaitse, karda zar zor yürüyerek gelmişti, kahvaltı etmiştik. O kadar güzel kokuyordu ki her yer… Eskiden daha yoğun kömür kokardı, tabii zehirli ama anneannemleri, dayımları hatırlatıyordu bana.
Son olarak konserlerin nasıl geçtiğini ve gündeminizde yeni bir albüm ya da tekli olup olmadığını sormak isterim.
Deniz: Konserler çok güzel geçiyor. Tabii konser hep çekindiğimiz bir konu; acaba seyirciye yeterince aktarabilir miyiz, biz kimiz ki sahneye çıkıyoruz… Kaç yaşına geldik, bu aptal durumdan kurtulamadık hâlâ. Bu çekincelerden dolayı biraz sıkıntılı çıkıyoruz sahneye. Ama yeni dönemde dört konser verdik, ilki eylülün sonundaydı. Seyirci çok destek verdi bize, özlendiğimizi hissettik. Çok kalabalık geçti konserlerin hepsi, biz de mahcup olmadık. Ve yaş dönmüş tekrar. Tekrar 18-20 yaşında insanlar var karşımızda. Sıraya girip imza alanların hepsi elleri heyecandan titreyen üniversiteli gençler. 18 Nisan’da Eskişehir’deydik, 26 Nisan’da Antalya’da. 1 Haziran’da ise Beşiktaş’ta sahne alacağız.
Tuğrul çok çalışmak istiyor, benim de bölük pörçük yazılarım var; ikisini bir araya getirmeye uğraşıyoruz. Bir de “Kargo-Yarına Kalan Şarkılar” için bir çalışmamız oldu, Tuğrul çok güzel yorumladı. Ben de bir kerede söyledim ve bitti. Baştan çok güzel oldu çünkü.
Önceki Yazı

Nalan Yırtmaç ve İlhan Sayın ile söyleşi:
“Manzaramız bu: Darmadağın”
Nalan Yırtmaç ve İlhan Sayın’ın ortak dertler, farklı müdahalelerle son yılların parçalı bulutlu stabil iklimine dair tanıklıklarının ürünü bir sergi “Darmadağın”. Serginin dağınık ve parçalı hikâyesini onlardan dinledik.
Sonraki Yazı

Vâlâ Nureddin’in Esendal’ı anarken değindikleri:
“Hesapçı, kitapçı değil, geniş mânada bir 'şair'di.”
“Vâlâ Nureddin bu kısacık anma yazısında Memduh Şevket Esendal’la kişisel tanışıklığı vesilesiyle öğrendiklerini de ekleyerek hem ana hatlarıyla onun siyasi çizgisine ve düşüncelerine değiniyor hem de edebiyatçılığının bir eskizini çıkarıyor.”