Deniz Faruk Zeren ile söyleşi:
"Ben Bermal çağdaş bir Don Kişot…”
“Kısa kısa, koşa koşa ilerleyen metinlere ilgi galiba daha çok. Teknik bir mesele olmasının yanında, olmazsa olmaz yazım tarzı haline gelmemeli galiba. Çünkü destan bitmedi, masal bitmedi; tekniğin ve hızın yanında varlıklarını koruyorlar. Her şeyi her yerde tekniğe ve hıza kurban edemeyiz. Sıkılmak çağın hastalığı.”
Deniz Faruk Zeren
Şimdi gidip gömecektik onları ve bir daha göremeyecektik, duyamayacaktık, belki unutulup gideceklerdi bir zaman sonra. Ölüm de vardı, olmasaydı, hiç olmasaydı, dövüşseydik ama kimse ölmeseydi, herkes görebilseydi istediği günleri, olmazdı. Olmazdı. Madem öyle kalkıp cenazelerimizi götüreceğiz, toprağa vereceğiz.
Dört Mevsim İlkbahar, Yasak Kitap, Zerya-Serhat’ta Bir Gün, Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu kitaplarından tanıdığımız Deniz Faruk Zeren’in yeni kitabı Ben Bermal, ekim ayında Dipnot Yayınları tarafından basıldı. Deniz Faruk Zeren’le hem kitabı hem okur-yazarlık yolculuğuna dair sohbet ettik.
Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu (çok beğenerek okumuştum) çok usta bir dille yazılmış öykülerden oluşuyor. Sizi öykü yazmak mı, roman yazmak mı daha çok zorladı; yazma sürecinde neler yaşadınız, ne kadar zorlandınız?
Öykü ve roman gerek kurgu gerek teknik doku, yer zaman ve imge ölçülerine göre oldukça farklı deneyimler. İkisinin de farklı zorlukları, farklı birtakım oluşum sancıları var. Ben hepsini deyim yerindeyse doya doya yaşadım. Yaşamak istedim bu zorlukları. Bunlarla uğraşmadan metin ortaya çıkamıyor elbette. Bir süre kazma kürek, bir süre cetvel pergel, bir süre de iğne tığla çalışmak zorundasın. Oldukça yorucu, bir o kadar keyifli ve öğretici süreçler. Elden geldiğince hem öykü hem roman yazma süreçlerinden ileriye dönük, sonraki metinlere dönük öğrenmeyi esas aldım. Bu elbette yetersizlikleri, olasılıkları, değerlendirilememiş olanakları da bir kez daha görmeyi de sağlıyor. Yazarken bir sonraki metne hazırlanıyorsun aslında bir sonraki sınıfa hazırlanır gibi. Öyle bitmeyen bir öğrencilik yazmak. Öğrencilik de zor zanaat. Aslında daha önce Zerya-Serhat’ta Bir Gün adlı novel ile roman sınırlarına yakınlaşmaya çalışmıştım; öğretici bir deneyim olmuştu. Yine de Ben Bermal’i yazarken onun sınırlarından ve sorunlarından sıyrılmaya çalışmak, bunu gerçekleştirmek oldukça uğraştırıcıydı. Üretim süreci böyle böyle birbirine yaslanıp birikerek devam ediyor.
Aslında roman boyunca Bermal’i çok az görüyoruz. Asıl anlatıcı ve birinci kahraman Mazlum Samsa. Siz romanın ismine Ben Bermal demişsiniz. Yan karakterlerin böyle belirleyici olduğu pek görülmez. Neden Ben Bermal?
Genel temayüllere göre kitabın isminin Ben Bermal olmaması gerekirdi, evet. Anlatıcı Mazlum Samsa, roman onun ağzından, onun deneyimleri üzerinden ilerliyor. Ancak bütün roman boyunca olay, ilişki, çelişki, gelişim, dönüşüm ve benzeri kilitlerin açılmasını sağlayan Bermal’in varlığıdır. Bu varlık çok az sahne alsa bile, Mazlum Samsa’nın şahsında ortaya çıkardığı değişim gücü aslında kadının değiştirici, kurucu gücüne atfen anılmayı fazlasıyla hak ediyor düşüncesiyle o genel temayüllerin dışına çıkmayı göze aldım diyebilirim. Ben Bermal ileriye doğru uzanan o meşhur “görünmeyen el”dir aslında. Kitabın ismini birkaç kez değiştirdim, farklı alternatifler vardı elbette, ancak son noktada belki de bu hassasiyet ve hissiyat sonucu Ben Bermal olmasına karar verdim. İyi de oldu galiba.
Romanda sık sık “erkeğe vurma” “erkekliğe vurma bahsi var. Erkeklik halleriyle bir çatışma söz konusu. Bunu hemen her sahnede inceden de olsa görmek mümkün. Ben Bermal’in bu anlamda derdi ne?
Bermal yeni toplum, yeni bir yaşam yaratmaya kalkışmış çağdaş bir Don Kişot. Çevresindeki arkadaşları da öyle. Bahsettiğin erkeklik halleri hayatın hemen her ânını, her yerini, her nefesini kaplamış, ele geçirmiş, yozlaştırmış. Denebilir ki bu coğrafyada ileriye doğru yapılacak-yapılan her devrimci hamle bu erkeklik halleriyle hesaplaşmak, giderek onu alt etmek zorundadır; yoksa uzlaşarak, görmezden gelerek, etrafından dolanarak bir milim gelişim gösteremezler. Bermal bunu kendinden başlatmanın adı oluyor romanda. İlk yaptığı, Mazlum Samsa’nın şahsında bir hamleyle yıkmaktır bunu. Sonra her yudum suda, her adımda bunu uygulamak, sürdürmek zorundadır. Yani sürekli bir yıkım ve yeniden yapma çabası. Toplumsal değişimin bu yönüne özellikle değmenin yollarını araştırdım kendince; yaşamda ve kavga da bu değişimin gerekliliğini olmazsa olmazını okutmaya çalıştım. Ben Bermal’in, bu romanın derdi budur.
Roman bizi ilk paragrafıyla bir atmosferin içine davet ediyor ve sonuna kadar o atmosferden çıkamıyoruz. O uzun giriş paragrafı neden?
Bir parça uzun sayılabilecek bir peşrev çekmek istedim. Son yıllarda uzun metinlerin, betimlemelerin artık okunmadığını, sıkıcı ve ağır bulunduğunu biliyoruz, duyuyoruz. Kısa kısa, koşa koşa ilerleyen metinlere ilgi galiba daha çok. Tek tek kelimelerle ilerlediğim öyküler de yazdım. Teknik bir mesele olmasının yanında, olmazsa olmaz yazım tarzı haline gelmemeli galiba. Çünkü destan bitmedi, masal bitmedi; tekniğin ve hızın yanında varlıklarını koruyorlar. Her şeyi her yerde tekniğe ve hıza kurban edemeyiz. Sıkılmak çağın hastalığı. Her şeyden, her an sıkılmak. Hiçbir değişimin ve hızın yetmemesi. Okumalar için de bir çeşit anksiyete gibi. Bu uzun da değil, aslında bir paragraflık riskli peşrev biraz da bunun içindi. Riskli, çünkü okur daha üçüncü satırda okumaktan vazgeçebilir. Ancak sonrasında bahsettiğin atmosfer var galiba. İlk paragrafı atlatanlara selamla!
Karakterlerin her biri daha fazla derinleştirilmeye müsait. Ancak bunu yapmadığınızı söyleyebiliriz. Neden karakterler üzerinde daha fazla derinleşmediniz?
Bir eksiklik olabilir bu. Ancak kurgunun akışı içinde karakteristik yerleri o kadardı, öyle kalmalıydılar. Gizemli, bilinmez, metin kendi içinde illegalitesini korumalıydı, atmosferi ve ruhu yazarken bunu emrediyordu. En azından bana öyle geliyordu. Geleneksel olarak bir yetersizlik olarak da alabilirim elbette, bunu daha fazla geliştirmeye çalışacağım, ancak bu metin özelinde bazı önemli karakterlerin kurgusal şecerelerini geliştirmeyi çok uygun görmedim. Ancak örneğin Hasan gömlekleriyle ve cebinde taşıdığı sigara paketiyle çok canlı duruyor bence. Yani bu örnekteki detay gibi her karakterin detayları onları canlı ve unutulmaz hale getiriyor.
Çok az da olsa Bermal’in kadınlık hallerini de görüyoruz. Regl olması, toprağın içine girişi ve oradan çıkışı bir ritüel gibi. Bu ritüel neden?
Aslında Bermal değiştirici, kurucu gücünü kendinden kadınlığından alıyor; toprağa girip çıkması, evet, bir ritüel gibi, kendini yeniden doğuruyor; belli ki yeni bir aşamaya geçiyor. O doğumla ve suda yıkanmayla, daha fazla kadın, daha fazla âşık ve daha devrimci bir aşamaya ulaşıyor denebilir. Yanında kimse yok. Bilinci ve bedeni var. Gayet destansı, masalsı. Bunda bir sakınca görmüyorum. Tanrıça kültürünün, tanrıça anlatımının o mitolojik tarihin yeryüzündeki izdüşümü gibi Ben Bermal. Bu topraklarda var yeterince.
Romanda Mazlum Samsa ve Bermal arasında bir aşk var. Platonik mi demeliyiz buna? Neden doğrudan göremiyoruz olanları? Bu bir yerde Bermal’le Mazlum Samsa’nın aşkının romanı değil mi?
Aslında bir aşk romanı bu, evet. Fakat alışılmışın dışında bir aşk bu. Platonik demek bence haksızlık olabilir, ya da tam karşılamayabilir. Evet, öyle klasik âşıklar gibi aşklarını gümbür gümbür yaşamıyorlar, çağıldayamıyorlar. Daha çok yeraltı suları gibi gizli, içten, sessiz sıcak bir aşk bu. Üstelik sevebilmem için değişmem lazım, değiştirmem lazım gibi bir üst bilince sahip Mazlum Samsa; kendini, yaşamı, toplumu, ülkesini değiştirmeye kalkışıyor. Kendi çağlarının üst formuna uygun, ruhuna ve karakterine uygun bir aşk yaşıyorlar. İlk görüşte aşk var.
Yazmak için okumak ve ciddi anlamda araştırmak gerekiyor. Böylesi bir serüvenin yazdıklarınız üzerinde nasıl bir değişim yarattığını görüyoruz. Peki, siz ne kadar değiştiğinizi düşünüyorsunuz?
Her metin oluşum süreci ve yazıya geçme döneminde değiştiriyor elbette. Galiba her karakterden her kurgudan yeni bir şeyler öğreniyorum. Okur-yazar olarak öğreniyorum. Yazarken okuduklarım, dinlediklerim, çağrışımlar, süzülenler, elenen, eklenen, yürüyen her şey, çatışmalar, kaynaklar, kalem kâğıtla boğuşmalar dahil, merak ve dedikodunun yaratıcı katkıları hemen her şey değiştiriyor. Bir sonraki metne kadar ne bilinç, ne dil, ne düzey aynı kalıyor. Öyle yazabilir miyim, böyle yazabilir miyim arayışı, bu arayış için girilen çabalar, hayatın akışını buna göre bir tempoda tutmak… galiba yazar oluyorum giderek.
Edebiyat ortamını (yazın çevrelerini) nasıl görüyorsunuz? Kendinizi bu ortam içinde nerede ve nasıl konumlandırıyorsunuz?
Günümüzün bütün eksiklik ve yetmezliklerinden, alışkanlıklarından ve ilişkilerinden çelişki ve çalışmalarından elbette azade değilim. Yetiştiğim ve yaşadığım toplumun bütün özelliklerini şu ya da bu düzeyde taşıyorum. Bu pencereden bakıyorum kendime ve yazın dünyasına. Gücüm yettiğince beni yanlarını aşmaya çalışıyorum. Bilinen bir düzine sorunu sıralamak istemiyorum, ancak kısaca edebiyatta da üçüncü yol mümkün demek istiyorum. Ben kendimi orada konumlandırıyorum. Şimdilik marjinal gelebilir. Ancak bu hem dil ve teknik gibi yazın sorunları bakımından hem de ilişki biçimleri bakımından ilerleyen yıllarda gelişecektir, buna inanıyorum.
Günün hangi zamanında yazarsınız? Her ortamda yazar mısınız? Bir yazma ritüeliniz var mı?
Herhangi bir ritüelim yok. Her gün yazı masasına oturabilen biri değilim. Hatta uzun uzun aralıklarla oturabiliyorum. Günlük hayatın akışının tam içindeyim. Ritüel yapma lüksüm yok. Bir satır da olsa yazabilmek için hiçbir ortamı gözetmiyorum. Başka şansım yok. Gerçekçi olmak zorundayım bu konuda. Ama elbette çoğu yazar gibi ben de yalnızca okuyup yazarak yaşayabilmeyi, dinginliği ve yalnızlığı ve uzaklığı hayal ediyorum. Ancak bu koşulları oluşturmak benim için hayal. Ölene kadar dizlerimin üstünde yazacağım galiba.
Önceki Yazı
Ekolojist, şair, yazar: Eva Saulitis
“Katil balina uzmanı, deniz biyoloğu, ödüllü deneme yazarı, şair Eva aynı zamanda Alaska-Homer’de bulunan Kenai Peninsula College’da yaratıcı yazarlık dersleri veriyordu. Vefatından önceki son yıllarda yazdığı her şeye damgasını vuran, tüm yaşamını derinden etkileyen kansere karşı amansız bir mücadele veren bir savaşçıydı da.”
Sonraki Yazı
Haftanın vitrini – 6
K24'te haftanın vitrini... Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Doğum Günüme Çağırmak İstediğim Tek Kişi / Gomaşinen / Hesap Günü / İnsanların Bu Dünyası / Komplo Teorilerine Neden İnanırız? / Ölüme Yazgılı Şehir / Permafrost / Petro-Kıyamet / Salon Mars / Sarah ve Şemsi