• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Büyücü kraliçeler, başsız adamlar,

bir pembe ruj

“Çiçeği burnunda bir yayınevinden etkileyici bir kitap… Arjantinli yazar, oyuncu ve şarkıcı Camila Sosa Villada’nın yirmiden fazla dile çevrilen, mücadele ve büyü dolu, ödüllü romanı Kötü Kızlar, Medusa Yayınları aracılığıyla Türkçede.”

Camila Sosa Villada

ÇİLER İLHAN

@e-posta

KRİTİK

6 Haziran 2024

PAYLAŞ

Harry Potter kitaplarının yayıncısı Bloomsbury’nin o zamanki yayın yönetmeni Alexandra Pringle yayıncılıkla yazarlığın ayrı ayrı ne meşakkatli meslekler olduğu konusunda fikir birliğine vardığımız bir sohbette, şanslarının beğenip bastıkları ilk Harry Potter’dan sonra döndüğünü söylemişti birkaç yıl önce. Öyle ya, yazarı Rowling’e de, yayıncısına da ihtimal, beklemedikleri bir kazanç getirdi seri; yayınevinin sitesinde “Kitaplar” başlığı altında kendine ayrı bir yer açmasını fazlasıyla hak ederek: Akademik Yayınlar, Çocuk Kitapları, Harry Potter, Eğitim, Kurmaca, Kurgu Dışı…

Pek çok yazar ve yayınevi için rüyaya yakın bir durum bu. Hollanda’nın önde gelen gazetelerinden De Volkskrant’ın 16 Mart 2024 tarihli araştırmasına göre ülkenin (Hollanda Edebiyat Vakfı tarafından belirlenmiş) 891 “edebiyatçısından” sadece 11’inin ana geçim kaynağı yazarlık mesleğiymiş. Kâğıdın çoktandır el yaktığı, çevirmenlikle yazarlığın yapay zekânın insan türünün elinden alacağı meslekler listesine üst sıralardan giriş yaptığı bugünlerde iktidarın kültür-sanat politikaları da göz önüne alındığında yeni butik yayınevlerinin açılması gerçek bir tutkuya ya da çılgınlığa işaret ediyor olsa gerek. Az da sayılmazlar; bir çırpıda aklıma gelenler Kor, Amorf, Holden, Harfa Kitap ve bu kıymetli zincirin son halkası, Medusa Yayınları.

Medusa Yayınları, sitesindeki bilgiye göre, “yılan saçlara sahip ve baktığı herkesi taşa çeviren güçlü bir kadın figürü” olmakla birlikte “kendi hikâyesi elinden alınmış bir kadının hikâyesi de” olan Medusa yoluyla bugünün kadınının öykülerini duyurmak üzere yola koyulmuş. Basılan ikinci kitabın Arjantinli travesti yazar Camila Sosa Villada’nın elinden çıkmış olmasını bu anlamda kıymetli buluyorum; queer teorinin önem kazandığı, farklılığa, çoğulculuğa verilen değerin arttığı üçüncü dalganın peşinden daha geniş bir toplum için hak hukuk, eşitlik arayışını daha görünür, daha somut bir yola sokmuş yeni dalga feminist felsefenin ışığında okunabilir Kötü Kızlar.

Camila Sosa Villada
Kötü Kızlar
çev. Banu Karakaş
Medusa Yayınları
Mayıs 2024
176 s.

Kadın Savunma Ağı üyelerinden Çağla Akdere, kadinsavunmasi.org platformundaki 9 Haziran 2020 tarihli yazısında, “neo-liberal krizin göbeğinde ortaya çıkan bu dalga, bu krizin yarattığı tüm alanlarda, sadece kadınlar adına değil tüm muhalefet adına konuşma cüreti ve kabiliyetine sahip” diyor. Dördüncü dalgayı eylem içerikleri bakımından incelediği bölümde ise “homofobi, transfobi ve ırkçı göç politikalarını reddederek, ırkçılığa, emperyalizme, sömürgeleştirmeye, doğanın yıkımına, heteroseksizme ve neo-liberalizme karşı çıkan toplam bir söylemle” hareket edildiğini söylüyor. Kadınların, yine yazıdan alıntılayacak olursak, “lgbti+, mülteciler, seks işçileri, vs. gibi patriyarka karşıtı somut dinamiklerin tamamını kapsayan bir söz ve eylem kurmayı” başarabildiğinden söz ediyor.

Oyuncu ve yazar olarak tanınmadan önce seks işçiliği, sokak satıcılığı ve hizmetçilik yapmış, Córdoba Ulusal Üniversitesi’nde İletişim ve Tiyatro okumuş 1982 doğumlu yazar, oyuncu ve şarkıcı Villada, otobiyografik öğeler de barındıran kitabında bu tanıma giren pek çok otorite biçimine muhalefet ediyor. Biyolojik ve toplumsal cinsiyet rollerini didikliyor; içine doğulan aile kurumunu yerle bir edip sevgiye, dayanışmaya dayalı yeni bir soydaşlık tanımı yaratıyor; geleneğin, dışsal ahlakın yerine özgürlüğü ve içsel pusulayı koyuyor; çoğunluğun söylemine, devletin kurallarına başkaldırarak çatır çatır bir sınıf ve kapitalizm eleştirisi yapıyor; Bell Hooks’un “Feminist özgürleşmeye dair tek gerçek umut, sınıf elitizmini karşısına alan bir toplumsal değişim vizyonundadır” önermesini bir kez daha hatırlatıyor (Bell Hooks, Feminizm Herkes İçindir-Tutkulu Politika, Bgst Yayınları, İstanbul, 2022, s. 58):

“Gündüzleri çıkmayı sevmiyoruz, çünkü toplumun onurlu, terbiyeli hanımları, saçları kuaförden çıkma, hırkaları ince yünden örülme hanımefendiler dehşete düşüp bizi ihbar ediyorlar. Şirret parmaklarıyla bizi işaret ederek her an dağılmaya hazır tuzdan heykellere dönüştürüyor, zaten seyrek dizilmiş hücrelerimizi çeksen kopacak bir dizi inci kolye gibi dağıtmakla tehdit ediyorlar.” (s. 91)

Borges’in serpildiği topraklarda kendini büyütmüş bu yetenekli yazarın romanı samimi, bilge, sert ve şiirsel; büyülü gerçekliğin izinde gerçeği büyüye dönüştürüyor.

İlk romanı Kötü Kızlar’dan (Las Malas) başka bir şiir, bir deneme, bir hikâye kitabı ve bir romanı daha bulunan yazar 2019’da Arjantin’de basılmış, yirmiden fazla dile çevrilip Premio Sor Juana Inés de la Cruz ile Grand Prix de l’Héroïne Madame Figaro ödüllerini almış bu romanın önsözünde, “medeniyet”in kendilerine yakıştırdığı “trans kadın” ismini kabul etmediğini özellikle vurguluyor: “Kötü Kızlar travestidir ve dünya yansa bile başka bir adla anılmak istemezler.”

Camila Sosa Villada

Hikâyenin büyük kısmı 2000’lerin başında, Córdoba’daki Sarmiento Parkı ile 178 yaşındaki, “azizelerden daha kinci, Yunan tanrılarından daha aksi olabilen” ama parktaki kızları büyük bir şefkatle evlat edinen Encarna Teyze’nin pembe pansiyonunda geçiyor; Arjantin dikta yönetiminin sonunda, 1982’de ücra bir kasabada oğlan bedeniyle doğan anlatıcı Camila’nın yoksul, şiddet ve zorluk dolu çocukluğuna geri dönüşlerle. Üniversite öğrencisi Camila Córdoba’ya gelince… Önce ailesinin tüm kadınları gibi temizlikçilikle geçinmeye çalışsa da sonra fahişeliğe başlıyor, “kadın olarak yaşayabilmek için bedenini satıyor”. Yolu parka düşünce kız kardeşlik ve dayanışmayla örülü yepyeni bir ailenin içinde buluyor kendini. Küçükken çevresindeki güzellik yoksunluğundan, okul malzemelerini alabilmek için henüz sekiz yaşında çalışmak zorunda olmaktan, yoksulluktan utanç duyan, hayatı sürekli bir mücadeleyle geçen, aşk olmadığı için, reddedildiği için canı yandığı bir seferden başka her şeye son verme kararlılığını bir daha göstermeyecek olan Camila. 1.60 boyunda, “eski toprak travestilerden değil”, kendi tanımıyla devasa memeleri yok, yüzü ameliyatla düzeltilmiş olmayan köylü bir travesti ama diğer kızların kıskandığı incecik, feminen bir sesi var.

Bu renkli sürünün hayatı kavgayla, eğlenceyle, mücadeleyle, aşkla dayanışarak akıp giderken fena bir şey oluyor: Belediye parkı “temizlemeye” karar veriyor. Kızlar o noktadan sonra artık orada buluşamaz oluyorlar; saldırı durumunda birbirini savunmak, yetişemedikleri müşterileri birbirine paslamak, makyaj düzeltmek, cep şişesindeki cini döndürmek veya soğukla başa çıkamadıklarında muhabbet etmek için bir araya geldikleri cennetlerinden kovulmuş bir halde kentin başka yerlerine dağılıyorlar; HIV virüsü, polis şiddeti ve “travesti cinayetleri” ile hayatları iyice zorlaşıyor:

“Bizi yine yalnızlığa, tecride mahkûm ettiler. Bağımızı kopardılar. Ortak bir mekânımız olmayınca bağımız da gitgide zayıflıyor. Toplum bizi bir arada görmek istemiyor, bu yüzden atıldık parktan.” (s. 145)

Bununla birlikte, hayatta kalmayı da birbirlerinden öğrendikleri için yine de yaşama farklı köşelerinden tutunuyorlar, küçüklü büyüklü mutluluklar yaşıyorlar her insan gibi:

“Takımyıldızların bazen büyük cömertlik edecekleri tutabiliyor. Benim hayvanat bahçesi güvenlikçim bana şefkat verdi, soğuk kış gecelerinde sıcak kahve içirdi, defalarca arabasıyla evime kadar bıraktı, ayrılırken de dudağıma bir öpücük kondurdu hep.” (s. 124)

Encarna Teyze’nin kurtardığı bir bebeğin yol açtığı değişikliklerle birlikte parktan sonraki ikinci yuvalarının, pembe pansiyonun da ruhu dağılıyor; “Artık arada bir ziyarete gelen tatlı bir ölüm arzusu kaldı sadece, o da öyle bir burjuva rehavetiyle geliyor ki utançla doluyor içim” diyen Camila’nın aksine, kimileri, sürünün en melankolik travestisi Sandra gibi “intihar kurbanı” oluyor.

Camila Sosa Villada

Romanın her kahramanı üzerine ayrı bir roman yazılabilir: Kör, sağır ve dilsiz, yavaş yavaş kurşuni renkli tüyleri olan bir kuşa dönüşen María; sürünün hem bedenine hem ruhuna kılavuzluk eden, kızları “köklerden, asmalardan, kaktüslerden yaptığı karışımlarla bayıltabileceği” gibi acılarının ta kökenine inebilen, bedenlerine istenirse sıvı silikon da enjekte eden Paraguaylı şifacı (dev anası) travesti Machi; klanın tek biyolojik doğumlu kadını, annesini döven babasını bıçaklamış, 16 yaşında ıslahevinden kaçmış, yirmi bir yaşında eski sevgilisi ve pezevengi olan adamın testislerini patlatmış, kimden olduğunu bilmediği ikizlerini doğurduktan sonra müthiş uzun, müthiş yakışıklı, müthiş güzel, üç dil konuşan hemşire Nadina ile çift olup aile kuran Laura; ailesinin yedinci kız-oğlu, dolunayda kurt kadına dönüştüğü için Encarna Teyze’nin onu evin sonundaki bir odaya kapatıp başında nöbet tuttuğu Natalí… Ve elbette Başsız Adamlar!

“O yıllarda şehirde Afrika’daki savaşlardan kaçan bir dolu mülteci peyda olmuştu. Ayaklarındaki çöl kumlarıyla gelmişlerdi bizim memlekete. Rivayete göre savaşta başlarını kaybetmişlerdi. Kadınlar bu adamlara abayı yaktılar, çünkü şefkatleri, duygusallıkları ve bir de oyunbazlıkları efsaneydi.” (s. 28)

“Bu kafasız adamların yanlarında getirdikleri bavulları egzotik yemek tarifleriyle, şifalı bitkilerle, suya ve havaya tohum ekmenin yeni yollarıyla doluydu. Sevmenin yeni biçimleriyle. Onun gibi adamlar bize yabancı diller öğretir, bizi hiç görülmedik okşayışlarla sever, tenimizi sanki ince bir krapon kâğıdıymış ve sanki birdenbire Tanrı içimize bakabiliyormuş gibi kendimizi saydam ve ince hissettirirdi.” (s. 34)

Korku da ayrı bir karakter. Adı var. Rengi var. Şekilden şekle girebilecek kadar değişken ve zalim. Sevginin, dayanışmanın, şefkatin diğer ucunda yeri geldiğinde bireysel varlığıyla hepsini birden bastırabilecek kadar büyük:

“Bizim evde her şey korkuyla örtülüydü. Gidişata veya özel bir nedene bağlı değildi: Korku babamdı. Hiçbir müşteri, hiçbir polis, yaşadığım hiçbir zulüm babam kadar korkutmadı beni. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, sanırım o da bana karşı dehşetli bir korku duyuyordu. Belki de travestilerin gözyaşlarının kaynağıdır bu: Babayla travesti çocuğu arasındaki karşılıklı korku. Bu yarayla dünyaya sürüklenip ağlıyoruz.” (s. 46)

Toplumsal yaşam onları bir köşeden öteki köşeye sıkıştırıp durduğundan yeri gelince çokça ağlasa da bu güzel “büyücü kraliçeler”, en etkin direnişin öz varlıklarını kabullenme olduğunu erken yaşta keşfediyorlar. “Kurtuluşun bir çift topuklu ayakkabı ile eski bir pembe ruj olduğunu”, bir yandan “konforlarıyla, rutinleriyle bütün orta sınıf evlerini, hepsi birbirine benzeyen zengin çocuklarını”, onlara hor gözle bakan “saksocu yaşlı kadınları” ve onları harcayıp kendini sağlama alan, sırf daha çok paraları var diye onların hayatlarını emen bu dünyayı yakıp yıkacak kadar öfkeli, zehirli, deli, öte yandan var olamayacak kadar mükemmel anneler kadar şefkatli, kediye, sarmaşığa, aşka ortalama insanın bin katı kuvvetle sarılan yaşam arsızları olduklarını çabucak keşfediyorlar. Ve böylece ana karakter Camila’nın, yılın ilk ılık güneşinde güneşlenmeye karar verdikleri o günü, kolilerle flörtleştikleri, bir memenin dışarı kaçıverdiği, onlara ne güzelsiniz diyen dondurmacıdan dondurma aldıkları o günü anlattığı zaman dediği gibi haklarında yazılar yazılası, ölümsüzleştirilesi oluyorlar, dünyayı değiştiriyorlar:

“Bahçedeki bitki örtüsü öyle almış başını gitmiş ki, avludan çatıya kadar uzanmış, şimdi de evin önüne kapkalın bir yaprak yığını halinde dökülüyor; o kadar kalın ki, neredeyse hiç ışık geçmiyor, bu cılız ışıkta ancak şiir yazılabilir.” (s. 165)

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Camila Sosa Villada
  • Kötü Kızlar

Önceki Yazı

DENEME

Mümkün dünyalar üzerine (III):

Kafka’ya bir değini

“Sıradan ile önemli olayları ayıramadığımız bir insan dünyası acaba nasıl bir dünya olurdu? Bir yanıt: Bu, Kafka’nın dünyası olurdu. Her nokta aynı anda hem sıradan hem önemli olurdu.” 

AYHAN GEÇGİN

Sonraki Yazı

KRİTİK

Yokyer  ya da tarihötesi fantezi

“Neil Gaiman'ın world-building’den, ‘dünya kurma’ denen şeyden anladığı bir sıfırdan yapım değil, daha doğrusu tarihsel, mitolojik, dinî ve benzeri hikâyelerden feyzle alternatif bir dünya oluşturmak değil, daha ziyade bu hikâyeleri gerçekle bağdaştırmak, gerçeğin içinde eritmektir.”

HASAN CEM ÇAL
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.