Bugünleri anlamak için de…
“İki ayrı suçtan tutuklanıp bunlardan birinden tutuklandıktan yaklaşık iki yıl sonra mahkeme kararıyla tahliye edilen; dört ay sonra da ikinci suçtan beraatine karar verilen sanığın tam tahliye edilmek üzereyken dört ay önce mahkemenin re’sen verdiği kararla tahliye edildiği birinci suçlamadan yeniden tutuklanmasını; bunun bir ay sonrasında bu kez üçüncü bir suç nedeniyle tutuklanmasına karar verilmesini ve mahkemenin daha önce re’sen tahliye kararı verip sonra da yeniden tutuklama kararı verdiği suçla ilgili tutuklama kararını ikinci kez kaldırmasını; bundan iki yıl sonra da sanığın daha önce beraat ettiği suçtan mahkûm olmasını, ama iki yıl cezaevinde kalmasına neden olan üçüncü suçtan beraat etmesini hukuki mevzuat dahilinde tartışmak mümkün mü?”

Osman Kavala. Sağda: Ateş Alpar’ın Aramızda performansından, Kasım 2022.
Yaşadığımız zaman diliminde olup bitenlerin ileride tarih kitaplarında nasıl yer alacağı çoğu kişinin aklından geçmiştir, geçiyordur. Özellikle çalkantılı zamanların araya uzun yıllar girdikten sonra belki de bir durgunluk olarak tanımlanacağını, betimleneceğini düşünmek şaşırtıcı gelebilir, ama pek olası. “Durgunluk” diyorum, çünkü araya zaman girdiğinde kaçınılmaz olarak bambaşka bir ölçek, çok farklı skalalar söz konusu olacak ve bizi bugün altüst eden çalkalanmaların, inişlerin çıkışların frekansı oralardan bakıldığında belki de bu denli yüksek ölçülmeyecek. Bugün duraklama ya da fetret devri dediğimiz yıllar da o günün insanlarına hiç durgun gelmemiş olsa gerektir.
Çalkantılar sadece siyasetle değil hukukla ilgili olduğunda gelecekteki tarih kitaplarının yanı sıra hukuk kitaplarının nasıl olacağını merak etmemek de işten değil. Özellikle hukuk fakültelerindeki ders kitaplarının. Tabii; ileride hukuk fakülteleri nasıl olur (olur mu?), dersler nasıl işlenir, yapay zekâ nasıl işlenmesini uygun görür, bilemiyorum, ama çok temel değişiklikler olmayacağını varsayarsak, bugünleri anlamak için referans alınacak kimi davaların ileride hukuk fakültelerinde pratik çalışma konusu olmasını umabiliriz. Hocalar öğrencilere davaların seyrini anlatıp nerelerde hangi mevzuata aykırı işlemler yapıldığını, kararlar alındığını sorabilir mesela. Sınav süresi hakkıyla yanıt vermeye yetecek midir, bilemiyorum! (Bir olasılık da hukukla uzak-yakın bir ilgileri olmadıklarına kanaat getirileceği için tez elden unutulmak istenmesi olabilir bu davaların.)

Bir Dava Hikâyesi/ Osman Kavala’nın Yedi Yılı
Derleyenler: Ayşe Buğra, Asena Günal
İletişim Yayınları
Ocak 2025
271 s.
Osman Kavala’nın yargılandığı davaların da bunların arasında olacağını zannediyorum. Sınavlarda sorulursa kolay bir soru olmayacaktır. İki ayrı suçtan tutuklanıp bunlardan birinden tutuklandıktan yaklaşık iki yıl sonra mahkeme kararıyla tahliye edilen; dört ay sonra da ikinci suçtan beraatine (yani bu suçu işlemediğine) karar verilen sanığın tam tahliye edilmek üzereyken dört ay önce mahkemenin re’sen (yani sanığın ya da vekillerinin talebi yokken kendiliğinden) verdiği kararla tahliye edildiği birinci suçlamadan yeniden tutuklanmasını; bunun bir ay sonrasında bu kez üçüncü bir suç nedeniyle tutuklanmasına karar verilmesini ve mahkemenin daha önce re’sen tahliye kararı verip sonra da yeniden tutuklama kararı verdiği suçla ilgili tutuklama kararını ikinci kez kaldırmasını; bundan iki yıl sonra da sanığın daha önce beraat ettiği suçtan mahkûm olmasını, ama iki yıl cezaevinde kalmasına neden olan üçüncü suçtan beraat etmesini hukuki mevzuat dahilinde tartışmak pek mümkün olmayacaktır. Tartışmadan önce özetlemeye çalıştığım kronolojiyi kavramak bile zorlayacaktır geleceğin hukuk öğrencilerini.
Belki de o kadar zor olmaz, belki de bir öğrenci şöyle yorumlar bu süreci. “Tutuklama, bilindiği üzere bir tedbirdir, mahkemeler de verdikleri muhtelif tutuklama kararları ile sanığın tahliye edilmesine karşı tedbirler almışlardır.” Bunu yazan öğrenciye tutuklamanın sanığın kaçmaması ve suçla ilgili delillerin karartılmaması için bir tedbir olduğunu hatırlatmayı mı tercih edecektir müstakbel pratik çalışmanın muhayyel hocası, yoksa bu yorumuyla gerçekliği isabetle tespit ettiği için öğrencisini tebrik mi edecektir, kestiremiyorum.
Bu ayın başında yayımlanan, Ayşe Buğra ile Asena Günal’ın derledikleri Bir Dava Hikâyesi/ Osman Kavala’nın Yedi Yılı’nın girişinde yer alan “Osman Kavala’ya Yönelik Suçlamaların ve Tutuklamaların Özeti” başlıklı kronolojik dökümde yukarıda aktarmaya çalıştığım yargılama sürecinin kritik anları tek tek sıralanmış. Bu dört sayfada aktarılanlar bile dikkatle incelendiğinde Kavala davasının seyrinin yanı sıra bu yargılamaların mahiyetini ortaya koyuyor.
Buğra ile Günal’ın derledikleri Bir Dava Hikâyesi, Osman Kavala’nın tutuklandığı 1 Kasım 2017’den bugüne yaşananları farklı boyutlarıyla açık seçik ortaya seriyor. Kitapta, bu yedi yıl içinde Kavala ile yapılan mülakatlardan bölümlerin yanı sıra, eşi Ayşe Buğra’yla yapılan mülakatlardan bölümler; Osman Kavala’nın cezaevindeyken yazdığı üç yazı, Ceza Hukuku profesörü ve Kavala’nın avukatı Köksal Bayraktar’ın “Hükümete Karşı Suç” ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıcı Rıza Türmen’in “AİHM Kararları Nasıl Uygulanmaz: Osman Kavala Davası” başlıklı yazıları, yine Kavala’nın avukatı Deniz Tolga Aytöre’nin bir televizyon programında davayı izah ettiği kısmın deşifresi ile Gökçer Tahincioğlu’nun “45 Soruda Kavala ve Gezi Davası” başlıklı yazısı yer alıyor.

Osman Kavala ve eşi Ayşe Buğra Silivri Cezaevi’nde bayram görüşünde. Fotoğraf: https://osmankavala.org/tr
Kavala davasının sadece yargılamanın seyri nedeniyle değil başka nedenlerle de gelecekteki muhtelif kitaplarda yer alacağını zannediyorum. Bilindiği üzere Osman Kavala’nın yargılandığı davalar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşındı ve Kavala’nın haklarının ihlal edilmiş olması nedeniyle mahkeme Türkiye aleyhine kararlar verdi. Ne var ki bu kararlar hak ihlallerine son verecek sonuçlar doğurmadı, doğuramadı. Bu nedenle Kavala davasının uluslararası ilişkiler, Avrupa Konseyi’nin işleyişi, milletlerarası insan hakları sözleşmelerinin ihlalinde yaptırımlar gibi konuların tartışılmasında da bugün olduğu gibi yakın ve uzak gelecekte çok önemli yeri olacağını ileri sürmek çok abartılı olmayacaktır.
Bir Dava Hikâyesi’nde yer alan mülakatlarda Osman Kavala’ya sadece hakkındaki yargılamalarla ilgili duygu ve düşünceleri yahut cezaevinde neler yaptığı değil, iş hayatını bırakıp neden sivil toplum alanına yöneldiği, başta kurucusu olduğu Anadolu Kültür’ün faaliyetleri olmak üzere kültürel faaliyetler hakkında ne düşündüğü de sorulmuş. Kavala’nın iş insanı olduğu sürekli dillerdedir, ama hikâyesinin bu yanı pek bilinmez. Kitap bu açıdan da öğretici ve hafıza tazeleyici.

Gezi Davası kitabından, 2019.
Resim: https://osmankavala.org/tr
Beri yandan Kavala’nın öncülük ettiği kültürel faaliyetler kendisi hakkında hazırlanan iddianamelerde suç unsuru olarak da sıralanmıştır. Buna ilişkin soruyu yanıtlarken şunları söylüyor Kavala. “İddianamede kültürel faaliyetler görünümü altında ülkemizin önemli sosyal kültürel bilgilerini edinip dış güçlere aktardığım, aynı zamanda kültürel azınlıkları devlete karşı kışkırttığım iddia edilmiş.” Bu iddiaların “Evrensel kültür değerlerine ve azınlıkların kültürel haklarına karşı saldırgan bir ideolojik bakışı yansıttığını” savunan Kavala, bir başka mülakata verdiği yanıtta bütün dünyanın “evrenselci bir hümanizmaya” ihtiyacı olduğunun altını çizdikten sonra şunları söylüyor:
Bu, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar arasında sanat ve edebiyatın kurabildiği türden zihinsel ve duygusal köprüler kurulmasıyla, yeni bir siyaset anlayışıyla gerçek haline gelebilir. (s. 85)
Kavala, kitapta yer alan “Sivil Toplum Kavramı Üzerine” başlıklı yazısında sivil toplum kuruluşlarını arasında bulunduğunu savunduğu önemli farkı şöyle ifade ediyor.
Kanaatimce sadece kendi üyeleri arasında sevgi ve dayanışma hislerinin gelişmesine imkân veren, sadece kendi üyelerinin sorunlarıyla ilgilenen kuruluşların hâkim olduğu sivil toplum, sadece kendi çıkarlarını geliştirmek dürtüsüyle davranan bireylerden oluşan bir toplumdan daha yüksek bir medeniyet seviyesini işaret etmez. Farklı düşüncelere ve inançlara sahip insanların birbirleriyle konuşmalarına, birbirlerini anlamalarına imkân veren diyalog kanallarını işler halde tutan sivil toplum kuruluşları demokrasinin ve hukuk devletinin güvencesi olabilir, siyaset üzerinde bu yönde bir baskı oluşturabilir.
Bireylere böyle bir yeteneği kazandıran ise ideolojiler, güçlü inançlar ve kesinlikler değil, karmaşık insanlık durumlarını anlatan sanat ve edebiyat eserleri oluyor. (s. 87)
Bir Dava Hikâyesi/ Osman Kavala’nın Yedi Yılı, Osman Kavala davasının izlediği seyrin yanı sıra, Osman Kavala’nın sivil toplum ve kültürel faaliyetler alanlarındaki geçmiş çalışmaları ve bu konulardaki düşünceleri hakkında da önemli bilgiler içeren metinleri bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Günlük koşuşturmalar, uğraşlar, zorunluluklar içerisinde kısmen takip edebildiğimiz, muhtemelen bölük pörçük bilgimiz olan bu yargılama süreciyle onun çevresindeki sorun ve tartışmalar hakkında bütünlüklü bilgi edinebileceğimiz bir kaynak. Bunun yanı sıra bugünleri anlamak için de okunabilir elbette.
Önceki Yazı

Hukuk, siyaset, etik ve adalet bütünleşmesi: Bir Sisifos söyleni?
“Siyasal liberalizmin savunduğu adalet anlayışına varılabilmesi için insanın mükemmel olması gerekmez; fakat adil bir toplum düzenini sağlayabilmek için öncelikle adaletin var olabileceği inancına ihtiyaç vardır. Kavala davası, kitaptaki tüm verilerin de açıkça ortaya koyduğu gibi, bu umudu söndüren bir süreç.”
Sonraki Yazı

Yüzü Kelebeklerle Örtülü üstüne Nilay Özer’le söyleşi:
“Bu coğrafyada büyük çoğunluğumuz üzüntünün şeklini almış durumdayız”
“Aklımı, vicdanımı, özgürlüğümü okuryazarlıkla geliştirdikçe şiirimin de açıldığını, biçimsel olarak rahatladığını, kendi potansiyelini köşeye sıkıştıran engellerden kurtulduğunu fark ediyorum. Tematik olanın geri plana çekildiğini görüyorum.”