Bir popüler kültür nesnesi: Oğuz Atay
“Oğuz Atay’a dair üretilen içeriklerin çok büyük bir çoğunluğunda özgün bir yoruma rastlamak mümkün değildir maalesef. Daima bir yanı üzerinde durulur, yalnız ve bunalımlı bir yazar portresi çizilirken onun asıl derdi hep görmezden gelinmiş ya da anlaşılamamıştır.”

Oğuz Atay. Fonda Poyraz Karayel TV dizisinin 2. bölümünden bir sahne.
“Camus öleli iki yıl olacak. Kitaplarının o kadar çok yeni baskıları yapılıyor, üzerine o kadar çok kitap yayımlanıyor ki, bu adeta insanı bıktırıyor. Öyle ki, Camus’nün kitaplarını Fransız yazınıyla yeni ilişki kurmaya başlayan genç yabancıların, turistlerin, cahil görünmek istemeyenlerin, bir de cebinden görünen kitabın ucuyla fiyaka yapmak isteyenlerin ellerinde –sadece onların ellerinde– görmeye başladım. Bunun elbette bir zararı yok ama, bence bir yazarın getirildiği en kötü durum. Bir de Camus’nün düşüncelerinin kaynağı olan yazarlara bu türlü eğilseler (...) o zaman onlara inanacağım. Bu yalınkat coşkunluk, dilerim Camus’den soğutmaz beni. İnsanın Camus’yü eleştiresi geliyor.”
Demir Özlü böyle yazmış, yıllar sonra Paris Günleri adıyla kitaplaşacak günlüğüne ve şöyle bitirmiş:
“... yazarın hakiki ölümü bu galiba.”
Türk okurunun –nihayet– Tanpınar’a ve Oğuz Atay’a yüzünü döndüğü, onları okuyup anladığı büyük bir yanılgı. Tanpınar değil ama hâlâ asıl okurunu bulamamış Oğuz Atay yeteneksiz senaristlerin; sosyal medya hesapları için abone peşindeki ergenlerin; hangi ağacın gölgesi kaç para eder, burnu iyi koku alan defter, poster, kupa, yapışkan, rozet, bez çanta satıcısı kırtasiye esnafının ve asıl olur olmaz isimleri, resimleri “kültür çorbası” (buyurun, bu deyim de sevgili Oğuz Atay’a ait), evet “kültür çorbası” gibi katıp karıştırıp birlikte sunan kafası karışık“kitsch dergilerin” marifetiyle bugün bir popüler kültür nesnesi.

Leyla ile Mecnun, Yavuz Hırsız (Osman Sonant), TV dizisi, 30. Bölüm.
Tespit edebildiğim kadarıyla kuyuya ilk taş bir televizyon dizisi tarafından atıldı. Leyla ile Mecnun’un 30. bölümünde (2012) Yavuz Hırsız gece yarısı bir bankta oturup Tehlikeli Oyunlar’dan bir pasaj okur: “Kelimeler albayım, kelimeler bazı anlamlara gelmiyor...” Leyla ile Mecnun dizisi yalnız romancı Oğuz Atay’ı değil, bütün Türk edebiyatını da popüler kültürün mezesi haline getirecek, Gezi’yle birlikte (2013) başta “İkinci Yeni” olmak üzere Türk şiiri sokağa taşacak ya da taşınacaktır. Şiir sokaktadır artık! Hemen arkasından Ot (Mart 2013), Kafa (Eylül 2014), Kafka Okur (Eylül 2014), Kafasına Göre (Nisan 2015), Bavul (Eylül 2015) benzeri, edebiyatı değil, “edebiyat figürlerini” popülerleştiren dergiler sökün edecektir.
Meraklısı, Koray Sarıdoğan’ın bu tür dergilere yönelik, erken dönemde (Haziran 2016) kaleme aldığı, sert ama haklı eleştirisine bir göz atabilir: “Bir Yayıncılık ve Dergicilik Eleştirisi: Okur Olmak ya da Müşteri Olmak.”
Okuru okur olarak değil, önce müşteri olarak gören bu dergiler için en satılabilir nesnelerden biri Oğuz Atay’dır elbette. Ot dergisi tam üç kez kapağa taşır yazarı: 34. sayıda (Aralık 2015), 58. sayıda (Aralık 2017) “Onların istediği gibi yaşamak istemiyorum”, 115. sayıda (Ekim 2022) “Ben iç dünyama dönüyorum, orada hayal kırıklığına yer yok” alıntılarıyla. Bu sayıda verilen hediye posterdeyse “Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım” cümlesi kullanılmış. Kafa dergisi iki kez: 34. sayıda (Haziran 2017) “İnsan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz” alıntısıyla... 121. sayıda (Ekim 2024) ise Oğuz Atay’ın kafasından kelimeler fışkırmaktadır: “Nihayet insanlık öldü...” 34. sayıda verilen posterde “Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım” cümlesi alıntılanmış. Kafka Okur (hayret) bir kez: 7. sayıda (Eylül-Ekim 2015) “Kelimeler, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı.” Kafasına Göre 37. sayıda (Mart-Nisan 2021) klişeleşmiş alıntılardan birisini kullanmaktan vazgeçemiyor: “Kelimeler, albayım...” Başka bir sayıdaysa hediye ettikleri posterde “İnsan başkalarındaki kötülükleri görerek iyi olmaz” cümlesi... Bavul dergisi 16. sayıda (Ocak 2017) “Ben iç dünyama dönüyorum, orada hayal kırıklığına yer yok”, 41. sayıda (Şubat 2019) “Korkuyoruz, düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz.” Ayarsız Dergi’nin 53. sayısında (Temmuz 2020) Oğuz Atay’ın “Bazılarımız şiirlere tutunuyor, bazılarımız şarkılara... Bazılarımız filmlere tutunuyor, bazılarımız kitaplara... Sanırım artık insan tutunamıyor insana...” cümlelerine yer verirken, yazarın herhangi bir fotoğrafını ya da fotoğrafından tasarlanmış çizimini kullanmaktan kaçınması, paçalara bulaşan yüzeysellikten tiksinti duyulduğunu düşündürüyor. Taksim/Beşiktaş/Kadıköy kitapçıları gezilirse, kimselerin kurcalamadığı gölgeli-karanlık raflarda müşterisini bekleyen, kötü basılmış, kötü hazırlanmış onlarca fanzinin bir sayfasında mutlaka Oğuz Atay’a, Olric’e, Selim Işık’a rastlanacaktır. Mümkündür. Aynı yıllarda internette Olric’in ağzından onlarca uydurma söz de dolaşıma girmiştir zaten. Turgut Özben’in “kendiyle hesaplaşmasına vesile olan” iç sesi Olric sahteliğin, yüzeyselliğin, vıcık vıcık arabesk bir yakınmanın tınısı haline getirilmiştir.
Yine de popüler kültürün inşasında her eve giren “televizyon” dergiden/internetten çok daha etkilidir. YouTube yorumlarında bugün bile, “bir nesli Oğuz Atay ile tanıştırdığı için” övülen bir başka romantik komedi, Poyraz Karayel’in (Ocak 2015/Mart 2017) henüz 2. bölümünde başroldeki umutsuz âşık, hoşlandığı kızın evinde kitaplığa bakmaktadır ve gözüne “elbette” Oğuz Atay takılacaktır, üstelik Kürk Mantolu Madonna’nın hemen yanında. Okunmaktan bir hayli yıpranmış kitabı (Tehlikeli Oyunlar) elinde tutarak şöyle der: “Sen de seviyorsun ha?” Tavlamaya çalıştığı kızdan en sevdiği yeri okumasını isteyince, kız, “Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın...” diye başlayan pasajı okumaya başlar.
Ve evet, romantik bir klişeyle, erkek kızın o sırada okuduğu cümleleri ezberinden tamamlar. Bir başka bölümde (38. bölüm) bu kez sevgilisinin kucağına uzanmıştır ve kız yine okumaktadır: “Ağzının, güzel dudaklarının yanında bir gülümseme yaratmak için ne uzun yollardan geçiyorsun. Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar oldukları gibi kalarak elde ederler istediklerini. Ben kanımı damla damla süzerek veriyorum.” Hüzünlü gözlerle uzaklara bakan erkek, “Keşke Oğuz Atay benim abim olsaydı” der. Bu kadarla da kalmazlar. Alıntılar bitmek bilmiyordur, hemen her fırsatta devam eder. Bir başka bölümde erkek kıza yine tehlikeli oyunlar oynayan bir tutunamayan olarak seslenir: “Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma...” Umutsuz âşık pencerenin pervazında bacaklarını sarkıtmış üniformalı bir Albay ile dertleşmektedir sık sık. Bir sahnede küçük bir çocuğa Tehlikeli Oyunlar’dan bir sayfa bile okunmaktadır, uykudan önce. (Artık bu kadarı fazla!)

Poyraz Karayel, Burçin Terzioğlu ve İlker Kaleli, TV dizisi, 2. Bölüm.
Öte yandan hızla bir Oğuz Atay piyasası oluşmuştur alışveriş sitelerinde. Tutunamayanlar’ın yanında, üstüne yazarın bir cümlesi yazılmış kupa bardak hediye: “Yalnızlığı çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?” Kötü çizilmiş bir posterde yine yalnızlık: “Yalnızlığına iyi bak sahip çık kaç kişinin emeği var onda kimbilir.” Evet, kim bilir değil, “kimbilir”. Bir başka kupada başka bir uydurma söz: “Yaşar gibi yapmaktan özlemez gibi yapmaktan iyiymiş gibi yapmaktan nefes alıp onu içimde tutmaktan sıkıldım.” Ve bir başkası: “Yağmur yağıyor Olric. Islanıyor etraf, ağlasak kimse anlamaz değil mi?” Böylece gitmektedir bu: “Ne ölmek nefessiz kalmaktır ne de yaşamak nefes almaktır... Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını harcamaktır...!”Sticker’lar, kitap kılıfları, bez çantalar, rozetler, afişler... İçimiz dışımız Oğuz Atay’dır: Bilir bilmez herkes yazar, konuşur, satar, satın alır, gösterir, paylaşır...
YouTube esnafı da boş durmaz. 70 bin aboneli Kim O? isimli kanalda “Bir Naif Kalem: Oğuz Atay” başlığıyla yayınlanan video çok ciddi maddi hatalar içermektedir. Elbette yine bolca aynı klişe alıntılarla... Kara Kare isimli kanal ise evinin balkonunda resim çizen Orhan Pamuk’un gençlik fotoğrafını Oğuz Atay zannedecek kadar bihaberdir yazardan. Oğuz Atay’a dair üretilen diğer içeriklerin çok büyük bir çoğunluğunda da özgün bir yoruma rastlamak mümkün değildir maalesef. Daima bir yanı üzerinde durulur, yalnız ve bunalımlı bir yazar portresi çizilirken; onun asıl derdi, Türk insanının kişilik sorunu, Kemalizm’e ve Batılılaşmacı aydınlara (Tutunamayanlara) getirdiği ağır ve çarpıcı eleştiriler hep görmezden gelinmiş ya da anlaşılamamıştır.
Oğuz Atay öleli yarım asır olacak. Kitaplarının o kadar çok yeni baskıları yapılıyor, üzerine o kadar çok kitap/dergi/yazı yayımlanıyor ki, bu adeta insanı bıktırıyor. Öyle ki, Atay’ın kitaplarını Türk yazınıyla yeni ilişki kurmaya başlayan genç okurların, cahil görünmek istemeyenlerin, bir de kahve fincanının yanında duran kitabıyla fiyaka yapmak isteyenlerin ellerinde –sadece onların ellerinde– görmeye başladım. Elbette bir zararı yok ama, bence bir yazarın düşürüldüğü en kötü durum bu. Bir de Oğuz Atay’ın düşüncelerinin kaynağı olan yazarlara bu türlü eğilseler; Kemal Tahir’e, Halid Ziya’ya, Ahmet Hamdi Tanpınar’a; o zaman onlara inanacağım. Bu yalınkat coşkunluk, dilerim Oğuz Atay’dan soğutmaz beni. İnsanın Atay’ı eleştiresi geliyor. Yazarın hakiki ölümü bu galiba!
Önceki Yazı

Türkçe bizim neyimiz olur?
“Muzaffer Şerif 1947'de son derece radikal bir kararla, içine doğduğu ülkeyle ve dille ilişkilerini bütünüyle kopardı, kırgınlığını bambaşka bir varoluş kabiliyetine dönüştürdü... Muzafer Sherif ismiyle ölene dek Türkiye’nin ve Türkçenin yüzüne bir kez olsun dönüp bakmadı.”
Sonraki Yazı

Haftanın vitrini – 50
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Afrika / Demiryolu ve Kent / İlhamın Kanatlandığı Anlar / Meryem’in Çiçekleri / Misafir Evinde Ölmek / Selçuk Baran-Günlükler / Sisli Gece / Sonsuzluğun Portresi / Su / Yeni Dünya: Sosyal Medya