• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Bir faşiste dönüşmeden

Bir Vatan Nasıl Sevilir

“Tüm ruhunla sevebileceğin, yani ruhunun en mahrem 'bitkisel parçası'nı da etkileyen herhangi bir yer vatanın olabilir mi?”

2018’de Google’ın Chipko hareketinin 45. Yıldönümü dolayısıyla yaptığı doodle.. Hindistan’da hükümetin ormansızlaştırma politikalarına karşı 1970’lerde başlayan Chipko (kucaklama) hareketi sırasında çoğunluğu kadın olan protestocular sarılarak ağaçları korumuşlar ve hükümete geri adım attırmışlardı.

ASLI GÜNEŞ

@e-posta

DENEME

11 Eylül 2025

PAYLAŞ

Andrey Platonov’un olağanüstü romanı Can’ın kahramanı Nazar Çagatayev, Parti tarafından Asya çölünün ortasına gönderilir. Görevi, oradaki “Can” halkını sosyalizme kazandırmaktır. Böylece Nazar, SSCB’de okullarda öğretilen şekliyle “küçük vatan”ına, yani doğduğu topraklara geri döner.

Oxana Timofeeva’nın Bir Vatan Nasıl Sevilir? kitabında aktardığına göre, “Küçük vatan, kişinin doğduğu şehir ya da köydür; büyük vatan ise ülkedir.” On beş yıl önce, açlıktan ölmesin diye annesi tarafından küçük vatanından zorla gönderilen Nazar, yıllar sonra döndüğünde orada tanıdık bulduğu tek şey kök salmış bitkilerdir:

Bir zamanlar annesinin elinden tutup çıktığı, şimdi ise geri döndüğü yerdi burası. Deveyle birlikte memleketinin içlerine doğru ilerledi Çagatayev. Ufak tefek ihtiyarlara benzer yabani çalılıklar vardı burada: Çagatayev'in çocukluğundan beri büyümemişlerdi ve galiba yerli varlıklar içinde onu unutmayan da bir tek onlardı. Öylesine alımsızdılar ki uysal denebilirdi onlar için; kayıtsız ve belleksiz olduklarına inanmaksa olanaksızdı. Bu çirkin garibanlar anılarla yahut yabancıların hayatlarına tutunarak yaşıyor olmalıydı, başka bir şey yoktu ellerinde.[1]

Timofeeva da kitabında kendi “küçük vatan”ına yıllar sonra dönüşünü anlatır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra büyük vatan ortadan kalkmış, küçük vatan da onunla birlikte yok olmuştur. Kazakistan’a “dağıtılan” bir Rus ailesinde doğan Timofeeva, birliğin dağılmasından sonra artık Kazakistan için bir “yabancı”dır.

Sibirya’nın derinlerinde, Kojevnikovo adlı küçük bir köyde dünyaya gelir. Daha bir yaşını doldurmadan ailesiyle birlikte Kazakistan’a göç eder. Böylece kimliğinde doğum yeri olarak yazılı kalan ata köyü, uzun yıllar boyunca onun için yalnızca kâğıt üzerinde bir isimden ibaret kalır. Hafızasında bu topraklara dair tek canlı iz, Beyaz Ordu’dan saklanırken saman yığınının altına gizlenerek hayatta kalan büyükannesinin hikâyesidir.

Yıllar sonra köyüne döndüğünde ise zamanın sessizliğiyle karşılaşır. Ailesinin bir zamanlar orada yaşadığına tanıklık edebilecek kimse kalmamıştır. Doğduğu evi bulmak için iz sürer; taşların, çatlakların, yarım kalmış duvarların arasında güçlükle seçer çocukluğunun izini. İnsan seslerinden arınmış bu coğrafyada onu karşılayan yalnızca doğadır. Çagatayev’i çölde karşılayan yabani çalılar gibi, Timofeeva’yı da kökleriyle toprağa tutunmuş ağaçlar, rüzgârla hışırdayan yapraklar selamlar. İnsan belleğinin yokluğunu, doğanın belleği doldurmuştur:

Kojevnikovo’ya yaklaştıkça kır manzarası güneş ışığıyla parladı. Zümrüt yeşili tayga bir anda yerini uçsuz bucaksız, aydınlık bir huş ağacı korusuna bıraktı. Unutulmuş, tanınmaz haldeki vatanım çarptı beni. Upuzun, sık beyaz gövdeler saydam görünüyordu. Ne çam, ne köknar, ne meşe… yalnızca gösterişli bahar yapraklarını azametle sergileyen huş ağaçları. Ağaçların tepelerinin göğün ucunda bir yerde tamamen görünmez olduklarını yazarken uydurmuyorum.[2]

Ne annesinin telefonla kurduğu temas ne de köyün belleği Timofeeva’ya toprağını gözyaşlarıyla ıslatacağı bir “vatan” armağan eder. Yine de “mucizevi bir şekilde hâlâ çalışan simgesel ve sevimli Sovyet kayık salıncakları”nda yaşadığı çocukça uçma sevinci ve huş ağaçlarının ihtişamı ona vatana dair anlık bir izlenim bahşeder. Bu deneyimi şöyle dile getirir: “Sanki bütün bu zaman boyunca var olmayan bir şeyi hatırlamaya çalışmıştım ve şimdi ona ulaşmıştım.” Onu bu yokluğun içinden çağıran ise doğa ve nesnelerdir.

Timofeeva, Kazakistan’ın güneyinde, Kazakların, Rusların, Almanların, Uygurların, Romanların, Kürtlerin, Yahudilerin, Kırgızların ve daha nice halkın bir arada yaşadığı Çu kasabasında büyür. Bu çeşitliliğin, Platonov’un Can halkıyla benzeştiğinin farkındadır ve kitabında buna gönderme yapar.

Nazar’ın sosyalizme kazandırmaya çalıştığı Can halkı yalnızca etnik çeşitlilikten ibaret değildir; aynı zamanda “kaçakları, yetimleri, dermanı kesilince dışarı edilen yaşlı köleleri, kocalarını aldatan kadınları, aniden ölüp giden birilerini seven, başka da koca istemeyen kızları, tanrı bilmez insanları, dünyayla dalga geçenleri ve suçluları” da kapsar. “Hayali cemaat” olarak pek de makbul sayılamayacak, kahramanlık şiirlerine konu edilmeyecek bir topluluktur bu. İşte tam da bu makbul olmayan heterojen yurttaşlar topluluğuna –bu kırık dökük ulusa– paslanmış Sovyet salıncaklarına, bizi unutan anayurtlara ve Çagatayev’i karşılayan alımsız çalılara bakarak “Bir vatan nasıl sevilir?” sorusunu sormanın tam sırasıdır. Sahi, bir vatan nasıl sevilir?

Bitki, hayvan, insan ve milliyetçi

Timofeeva bu soruyu yanıtlamak için Aristoteles’in üç ruh kuramına kadar gider. Aristoteles’e göre üç tür ruh vardır: bitkisel ya da besleyici ruh, hayvansal ya da duyumsayıcı ruh ve akılcı ruh. İnsanda ruhun bu üç türü de bulunur. Ardından Aristoteles’ten Hegel’e geçer. Hegel, bitkilerle hayvanlar arasındaki temel farkı hareket ilkesinde görmektedir: “Bitkiler kök sistemleri sayesinde belli yerlere bağlıyken, hayvanların yaptığı ilk şey yerlerinden kalkıp gitmektir.” Timofeeva, Aristotelesçi üç ruh kuramıyla Hegel’in hareket ilkesini birleştirerek şu sonuca varır: “İnsanda hayvansal ve bitkisel ruhların bir arada bulunması, oraya gitme arzusu (genişleme) ile burada kalma iradesi (yerleşme ve kök salma) arasındaki diyalektik bir çelişki olarak temsil edilebilir.”[3] Ve o can alıcı soruyu sorar: Bir faşiste dönüşmeden bir toprak parçası nasıl sevilir?

Tüm ruhunla sevebileceğin, yani ruhunun en mahrem “bitkisel parçası”nı da etkileyen herhangi bir yer vatanın olabilir mi? Hayvan ruhunun izinden gidip büyük vatanından çok uzakta bir yerde kök salamaz mı insan? Arjantinli Che Küba’da kök salmamış mıydı? Sonra o kökü orada bırakıp başka bir yeri ya da devrimi yurt edinmemiş miydi? Savaşın ve yoksulluğun yerinden ettiği milyonlarca insan yeni yurtlar edinmeye çalışmıyor mu?

“Yaşamaya dağılmak”

“Halk yaşamaya dağıldı” der Sufyan, Nazar Çagatayev’e. Eskiden gücü olmayan halk, Nazar karınlarını doyurunca dolanmaya çıkmıştır. Neden dolanacaklar ki, diye sorar Nazar. “Öyle gerekiyor” diye yanıtlar Sufyan. “Bir gün gerekmeyecek olursa halk yine Üst Yurt’a dönecektir.”[4]

Oxana
Timofeeva

Göçmen işçiler, mülteciler, gönüllü ya da gönülsüz sürgünler yaşamak için dağılıyor yeryüzüne. Burada kastedilen, kimliklerin postmodern karşılaşması ya da soyut bir yersizlik değil; tam da Sufyan’ın dediği gibi yaşamak için dağılmak, dünyayı yurt haline getirmektir.

Bir turistin şımarık ve gelip geçici sahipleniciliğiyle değil; tüm dünyayı bütün ruhumuzla sevebilir, her coğrafyada kök salabiliriz. Yine de “vatan”ı, bayrağa selam vermeyen kuşun yuvasını bozacak kadar “huysuz ve tatsız” milliyetçilere ve faşistlere bırakma konusunda acele etmememiz gerektiğini hatırlatır Timofeeva.

Kök salmak “sahte bir köken özgünlüğü” ya da ağlak bir nostaljinin konusu değildir. İşte burada, “Bir Bitki Gibi Diren” başlıklı makalesiyle Michael Marder girer devreye. Marder, kesilmek üzere olan ağaçlara kendilerini bağlayan ve böylece ağaçların varoluş biçimini yeniden yaratan aktivistlerden söz eder. İnatçılık ve bir yere bağlılık… Bitki ruhu çağımızın direnme biçimine damgasını vurmuş gibidir.

2005'te İsrailli yerleşimciler tarafından zeytin ağaçları kesilen Filistinli Mahfoza Oud.

Sanırım Gezi’de öğrenmiştik bir yeri bütün ruhumuzla sevmeyi. Ağacıyla, hayvanıyla, insanıyla “buradayız ve bir yere gitmiyoruz” demeyi. Yaşamak için kök salmak, direnmek gerektiğini. Kaz Dağları’nda ağaçlara sarılan köylü kadınlar bunu zaten biliyordu. İkizdere’deki, Akbelen’deki köylüler de… Kentleri, kasabaları, köyleri kapitalist yağmaya karşı koruyanlar… Sokaklarda hayvanlarla birlikte direnenler, ekmeğini onlarla paylaşanlar… Zeytin ağaçları… Haydarpaşa’da trenleri bekleyenler… Kuzey Ormanları yok edilmesin diye mücadele edenler… Gülsuyu Gülensu’da çetelere ve kentsel dönüşüme hayır diyenler… Validebağ Korusu’nu savunanlar… Kayyumlara karşı nöbet tutanlar… Grev çadırlarındaki işçiler… İş cinayetlerine karşı vicdan ve adalet nöbeti tutanlar… Tam 1067 haftadır Galatasaray Meydanı’na kök salan Cumartesi Anneleri… Barış Anneleri…  Her 8 Mart’ta “Geceler de sokaklar da bizimdir” diyen kadınlar… Her haziranda “Onur”la yürüyenler… Filistinliler… Nazar Çağatayev’in Can’ları gibi bütün kırık dökükler… Samuel Johnson gibi, “vatanseverlik alçakların son sığınağıdır” diyenler… Yeryüzünün her karışını “vatan”ı gibi sevenler…

Burada ve şimdi bir bitki gibi direnmezsek, “vatan”ı bütün ruhumuzla sevmezsek onu faşistlere teslim etmek zorunda kalacağımızı… “Gerilla savaşlarında olduğu gibi yalnızca insanların değil, ormanın, otların ve hayvanların da faşizme karşı savaşmak için birlikte ayaklanmak”[5] zorunda olduğunu biliyoruz.

Bitki, hayvan ve insan… Hep birlikte.

 

 

NOTLAR

[1] Andrey Platonov, Can, çev. Günay Çetao Kızılırmak, Metis Yayınları, 2010, s. 33

[2] Oxana Timofeeva, Bir Vatan Nasıl Sevilir, Çev. Bengi Bezirgan, Tetes Kitap, 2025, s. 20

[3] Oxana Timofeeva, Bir Vatan Nasıl Sevilir, Çev. Bengi Bezirgan, Tetes Kitap, 2025, s. 55

[4] Andrey Platonov, Can, çev. Günay Çetao Kızılırmak, Metis Yayınları, 2010, s. 133–134

[5] Oxana Timofeeva, Bir Vatan Nasıl Sevilir, Çev. Bengi Bezirgan, Tetes Kitap, 2025, s. 68

Yazarın Tüm Yazıları
  • Andrey Platonov
  • Bir Vatan Nasıl Sevilir
  • can
  • Oxana Timofeeva

Önceki Yazı

ELEŞTİRİ

Bağımsız Müzik başka neler anlatır?

“Üniversite paradigmasının dışında ama ciddi bir araştırmayla bağımsız yazılan Türkiye’de Bağımsız Müzik, 'Başlangıç' sadece bağımsız müzik hakkında değil; çok daha fazlasını anlatıyor...”

TAÇLI YAZICIOĞLU

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

Rober Haddeciyan’a veda ederken:

Tavanın Öte Yanı’nda bekleyen kadın

“Tavanın Öte Yanı yalnızca bir yasın romanı değildir. Yası tutulan babayla birlikte bir kimliğin, aidiyet biçiminin ve kadınlık deneyiminin de derinlemesine irdelendiği bir hafıza metnidir.”

BETÜL BAKIRCI
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist