Bir duygu çıkını olarak
Tanpınar’ın Yaz Yağmuru
“Yaz Yağmuru öyküsü su, deniz ve yağmur izleklerinin baskın olduğu bir öyküdür ve daha önce arketipsel ve mitolojik boyutlarıyla pek çok çalışmada ele alınmıştır. Bense bu yazıda hatıranın ve yağmurun iç içe geçtiği bir rüya haliyle örülen öyküdeki duygu kategorilerine biraz daha yakından bakmayı hedefliyorum.”

“Birdenbire sabahtan beri
kendi içinde olan değişiklikleri düşündü.
Kaçmak arzusu, düpedüz kadın iştihası,
garip bir şefkat, sevgi, korku, hayranlık,
hiç duymadığı cinsten bir dostluk hissi.
Ne acayip bir çıkın olmuştu böyle.”
(Yaz Yağmuru, Ahmet Hamdi Tanpınar)
Geçtiğimiz aylarda Dergâh Yayınları, Huzur’un yayımlanışının 75. yılı münasebetiyle Tanpınar’ın külliyatını okurlarıyla buluşturmaya başladı. Huzur, Mahur Beste, Yaz Yağmuru, Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nın yanı sıra Tanpınar’ın Paul Valéry’den tercüme ettiği Monsieur Teste de bu vesileyle ilk kez okurlarının karşısına çıkıyor. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’ndeki Tanpınar Arşivi’nin yanında birçok özel arşivde yer alan evrakla birlikte Sakine Korkmaz’ın yürütücülüğü ve Prof. Dr. İnci Enginün’ün danışmanlığında hazırlanan bu külliyat, Tanpınar’ı yeniden ve farklı perspektiflerle ele almak için eşsiz bir fırsat.

Bu vesileyle Yaz Yağmuru öyküsünü yeniden okuyunca ister istemez Tanpınar’ın günlüğüne düştüğü notu anımsadım: “Yaz Yağmuru hiçbir akissiz mi geçecekti?”… Bu notu düştüğünde Tanpınar tam 60 yaşındaydı. Ölümüne sadece 1 yıl kalmıştı ve Yaz Yağmuru basılalı 6 yıl oluyordu. Bu akis isteyen çığlığa pek çok yanıt verildi elbette sonrasında. Ancak bu öykü her çığlıkta kendi sınırlarını genişletebilmeyi bildi. İlk akislerden biri Abdülhak Şinasi Hisar’ın 1955’te Türk Yurdu’nda yayımlanmış bir yazısıydı, fakat Hisar burada Yaz Yağmuru’ndan ziyade Tanpınar’ın edebi haritasına odaklanmıştı. Yine de bu kitaptaki tüm hikâyelerde karakterlerin Dostoyevski’nin ya da Fransız sembolist şairlerinden Henri de Régnier’in karakterlerini anımsattığını hatırlatarak bu karakterlerin “kendi içlerinde gömülmüş, kendi hatıralarını birer tesirli musiki gibi duyan insanlar” olduğunu söylemişti.[1]
Yaz Yağmuru öyküsü su, deniz ve yağmur izleklerinin baskın olduğu bir öyküdür ve daha önce arketipsel ve mitolojik boyutlarıyla pek çok çalışmada ele alınmıştır.[2] Bense burada hatıranın ve yağmurun iç içe geçtiği bir rüya haliyle örülen öyküdeki duygu kategorilerine biraz daha yakından bakmayı hedefliyorum. Yaz yağmuru kısa süreli, ani ve şiddetli bir yağış türüdür. Metaforik olarak kısa süren, kısa süreli olan şeyleri de imler. Bu öyküde Sabri isminde bir yazarla adının sonradan Fatma[3] olduğunu öğrendiğimiz bir kadının bir yaz yağmuru sırasında karşılaşmalarıyla işlenen bir yapı vardır. Öykü Tanpınar’ın en temel imajlarından biri olan bahçeyle açılır. Nitekim bir bahçeden söz ederken aslında yine bir araftan, bir eşikten söz ederiz. Bahçe evin dışındadır ama aslında hâlâ evin sınırları içindedir, sokağın kendisi değildir. Ev ile sokak arasında, ne içerde ne de dışardadır. Tanpınar’ın bütün edebiyatı bahçelerde ve eşiklerde salınır. Yarattığı karakterler de bu “eşik”lerin temsili olarak kararsızdır, savruktur ve zihinleri müşevveştir. Zihinlerinin karışıklığı duygularının da belirleyicisi olur ister istemez.
Öykü Sabri’nin, yalının bahçesinde yaz yağmuruna yakalanmış ve sırılsıklam olmuş kadın karakterle karşılaşmasıyla başlar. Bahçeden eve/araftan içe(ri) geçerler. Yaz yağmuru boyunca bu “yabancı”, bahçede bir “misafir”ken musiki, yağmur ve hatıra üçgeniyle evin içinde bir “tanıdık”a dönüşür.
Öyküde üç karakterin duygularına tanıklık ederiz: Sabri, Fatma ve Ayşe Hanım. Karakterlerin kendi duygu durumlarını ifade etme ayrıcalığı genellikle Sabri’ye verilmiştir. Duygular arası geçişlerin hızı da dikkatlerden kaçmaz.[4] Kadının yüzü “hiç tanımadığı, görmediği cinsten bir saadet içinde”yken “birdenbire ürker” mesela Sabri. Yahut karısıyla çocuklarını geri çağırmaya karar verir vermez aniden karar değiştirip içi burkulan, sonra kendi iradesizliğine kızan bir karaktere dönüşüverir. Kadınla birlikteyken o kadar “mesut” hissedince birden “gülünç olma korkusu” duyar, kendisini bir türlü “duygularına teslim edemez”. Kadının rahat tavırları Sabri’de korku ve hoşlanmayı beraberinde getirir. Kadını göremeyince hissettiği acıma, merak ve sevgi karşısındaysa “iradesiz” ve “hareketsiz”dir. Bu hareketsizliğin verdiği “ıstırap” da yine Sabri’nin temel duyguları arasında yerini alır.
Hikâyeyi bir ağ gibi sarıp sarmalayan pek çok duygu vardır. Bunlar: şaşkınlık, korku, kaygı, acımak, sevmek, sevinç (mutluluk değil), iştiha, telaş, müteessirlik, şefkat, acı, hiddet, hayal kırıklığı, utanç, isteksizlik, rahatlık, perişanlık, biçarelik, bezginlik, huzursuzluk ve endişe gibi. Bu duygular çok çeşitli şekillerde dile getirilir. Margit Pernau’nun duygusal tercümeler modelinden de söz ettiği bir yazısında, Nil Tekgül kavramların iletilmesinde yazılı ve sözlü dil dışında tüm görüntülerin, şekillerin, hareketlerin, ses ve kokuların da kullanıldığını belirtir.[5] Bu öyküde de adı konmuş duyguların dile getirilme biçimleri dille, Sabri’nin iç sesiyle, anlatıcının tasvirleriyle, karakterlerin ses tonu ve vurgularıyla, duraksamalar ve sessizliklerle, bazen de tekrarlarla, bedensel hareketlerin yanında jest ve mimiklerle de dile getirilmiştir.

Yaz Yağmuru
Dergâh Yayınları
Kasım 2023
144 s.
Öykünün başında hem erkek hem de kadın karakterin “şaşkınlığı” vurgulanır. Kadına birdenbire alışan ve bu hissine şaşıran Sabri’nin bu duygusu zaman zaman zirveye çıkar: Sabri neredeyse şaşkınlıktan boğulacaktır, çünkü bu kadın beklenmezin ta kendisidir.[6]
Evin işlerini gören ve Sabri’nin karısıyla çocukları Antalya’dayken evi çekip çeviren Ayşe Hanım da evde karşılaştığı manzara karşısında “şaşkın”dır. Evde yabancı bir kadın görünce Sabri Bey’in karısını aldattığını zanneder: “İnandığı şeylerden biri daha gözlerinin önünde çöküverir.” Sabri Bey’i ihmal ettiği için “müteessir”ken birdenbire bu duygunun yerini öfke ve hemen sonrasında sakinlik alır. Kızı hastanede yatan Ayşe Hanım’ın duygularıysa sesi üzerinden verilir. Nitekim kendi hikâyesini anlatırken sesi “şefkat”, “acı”, “hırçınlık” ve “suçlama” gibi duygularla doludur.
Sabri, Fatma’nın ses tonuna, vurgusuna ve tonlamalarına yakından bakarak bir duygu haritası çizer bu uzun öyküde. Kadının “kaç göbek İstanbullu” olduğunu ifade ettiği satırlarda Sabri bu seste bütün İstanbul’un terbiye, zevk ve yaşanmışlığını duyar. (Nuran’ı hatırlıyorsunuz, evet.) Boğaz’ı hiç bilmediğini itiraf ederken buradaki ses tonunu küçük ve şaşkın bir kıza benzetir. Ailesinin dışarı çıkma alışkanlığının olmayışını “Biz öyle fazla çıkmayız!” diye ifade edişinde ise kendisini içinde bulunduğu daireden ayıran bir eda olduğunun altını çizer.
Yani öykü hem kendi yapısı itibariyle hem de kurmacanın içindeki dikkatlerle duygulara yakından bakmamızı adeta öyküyü anlamlandırmanın bir ön koşulu gibi sunar. Duyguların yoğunluğu ve duygulardaki geçiş hızı Tanpınar’ın edebiyatını düşününce hiç de anlamsız değildir.
Kayıplar arasında yürüyen duygular
Öyküde adı konmamış duygulara da yer verilir. Mesela anlatıcı, Sabri’nin konusunu 17. asırdan ilham alarak yazmakta olduğu romanından söz ederken şöyle der:
Bununla beraber bu rahat ve verimli düşüncelere garip bir duygu karışıyordu. Bir duygu ki, ona iki yüz sene evvelini adeta bütün realitesiyle açıyordu. Çoktan beri beklediği şey olmuş, bütün bu insanları sadece birer isim gibi görmekten kurtulmuştu. Şimdi onlar kendisinde yaşamaya başlamışlardı. O Mevlevî Mehmet Paşalar, Murtaza Paşalar, Aziz Efendiler, Defterdarzadeler, Bektaş Ağalar, Katırcıoğulları, İpşirler, hepsi canlı varlıklardı. Hepsini anlıyor, haşin örflerini, mütevekkil imanlarını tanıyordu.[7]
Anlatıcının tarif etmekte zorlandığı ve bütün bir geçmişle birleştiği duygusu, duygu tarihçilerinin üzerinde durdukları tarihsel pratiklerin duyguları belirlemedeki gücüyle ilintilidir. Çünkü duygular tarihi yeni duygu rejimlerinin ortaya çıkışı kadar kaybolan şeyleri yeniden inşa etme motivasyonunu da içinde taşır.[8] Öykü bir adamla bir kadının karşılaşması üzerine kurulu gibi görünse de, arkasında mikro ölçekte bir aile ve bir ev kaybının, makro ölçekte ise bir “geçmiş/tarih” kaybının acısı sezilir. Öyküde kadının yangınla birlikte yok olan evi ve aile tarihi, Sabri’nin bir romanla yaşatmak istediği “geçmiş” fikriyle beraber yürür. Bu kolektif duygu kategorisi kültürel imgeleri kendiliğin parçalanmış örüntüsüyle sunar.
Hikâye de zaten bir “ben”lik bölünmesiyle açar perdesini. Çünkü Sabri çocukluğunda geçirdiği bir hastalık sebebiyle uzun süre yatmak zorunda kalınca kendisine bir oyun icat etmiştir. Karagöz ve Hacivat’la konuşma oyunu. Böylece üç kişilik bir evren yaratır kendisine ve aynı zamanda “benliğinin ayrılmaz parçaları” olarak tarifler onları. Bir anlamda kendiliğinin dışına çıkar. Bir hastalık neticesinde –yani bedenle olan ilişkimizde bütünselliğin en kırılgan noktasında– kendilik dışına çıkmak bir ihtiyaca, neredeyse bir zarurete dönüşür. Joanna Bourke, Ağrının Hikâyesi’nde ağrıyla acı çekenlerin kendi kendilerine yabancılaştıklarını ifade eder, ona göre “ben” ile “ağrı çeken bedenim” arasında bir kopukluk vardır ve bu da gerçeği devre dışı bırakır.[9] Sabri’nin bu gerçekliğin dışına çıkmayı sevdiğini öykünün girişinde anlıyoruz. Ve belki de Sabri’nin gördüğü bir “rüya”yı okuyoruz. Bununla birlikte “kendine yabancılaşma” diye tanımlayamayacağımız kadar güçlü bir kendilik duygusu ve bilinciyle de karşı karşıyayız aslında. Nedeni şu: Kendine yabancılaşma (depersonalizasyon) durumunda bir tür hissizleşme söz konusuyken, bu öykünün binbir türlü duyguyu içinde barındıran bir “duygu çıkını”na dönüşmüş olması.
William James, “Duygu Nedir?” (1884) başlıklı yazısını yazana kadar insanların önce yılanı görüp sonra ondan korktuklarını kabul eden görüş yaygındı. Yani yaygın kanaat önce durumları ya da olayları yaşayıp sonra duyguları hissettiğimiz yönündeydi, ancak James’e göre durum bunun tam tersiydi. Ona göre önce duygusal davranıyor, sonra o duyguyu hissediyorduk.[10] Öyküde James’in sözünü ettiği şekilde olayların duyguları etkilemesi iddiasının bir karşılığı vardır. Musikinin –ama bu musiki Huzur’daki ‘Ferahfeza Ayin’ ya da Tab’î Mustafa Efendi’nin Bayati eseri ‘Çıkmaz Derunî Dilden Efendim’ değildir artık– karakterleri birleştirici gücü açıkça ifade edilir. Yağmur devam ederken Debussy dinlerler: “Ve musiki sanki kendi dikkatlerinin çocuğu imiş gibi ikisinin arasında onlarla beslenen mucizeli bir varlık gibi” büyür. Bir karakter boyutuna taşınan “musiki”, öyküde kadın ve erkeği bir araya getirerek onları “büyüleyen” ve tek noktada birleştiren bir şeye dönüşür. İkisinin beden ve ruh yakınlığı musikinin doğurduğu/doğuracağı duygularla tetiklenir: Musiki yüzünden –ya da musiki sayesinde– iki yabancının tekliğe dönüşme ihtimali kadını rahatsız eder ve Sabri’ye şöyle der: “Durun! Kendimizi zorla büyülüyoruz. Vazgeçin!”[11] Kadının bu feryadı kendilerinde zorla oluşturmaya çabaladıkları duyguya bir karşı çıkış olarak görünüyor. Sabri de kadının bu sözlerinden sonra şunları düşünecektir: “Musikiden korktu. Hakkı da var.”[12] Yağmurla birlikte büyüyen müziğin şiddeti, temel duyguyu “korku” olarak belirler bu satırlarda.

Öyküdeki baskın duygulardan biri de sevinçtir. Sabri kadının yüzünde bulduğu “sevinç” kırıntılarını farklı biçimlerde tarifler. Kadının sevincini “büyük, temiz, işlemiş, güzel, eski bir lamba”ya benzetir. Ve sıkça tekrarlar: “Yüzü hep aynı sevinç içindeydi.”[13] “Yüzü, hiç tanımadığı, görmediği cinsten bir saadet içinde” olan bu kadının saadeti “bazı akşam saatlerinde görünen aydınlıklara” benzetilir. Sabri daha sonra sevinç üzerine daha dikkatle eğilir: “Sevinç denen şeyin asıl manası bu olmalıydı: Maddesini böyle eriten, yok eden, hiç olmazsa kendi aydınlığında onu inkâr eden bir hâl.” Bütün bu aydınlığı tasvir ettikten sonra Sabri bir şeyin farkına varır ve ürker: “Bu kadar derin şekilde sevinebilmek için bir insanın nasıl bir ızdırap içinde yaşaması lazım olduğunu düşündü.”[14]
Görüldüğü üzere acıdan sevince, korkudan endişeye kadar birçok duyguyu çok hızlı geçişlerle sunan Yaz Yağmuru, Tanpınar’ın birçok metni gibi kendi içinde dallanıp budaklanan bir yapı sunuyor. Öyküdeki duygu rejimlerinin çokluğuna rağmen ne kadar yoğun kelimelerle ifade edilseler de karakterlerin bu duyguları gerçekte ne ölçüde hissettiklerini kestirmek mümkün görünmüyor. Öyküdeki atmosferi belirleyen duygu kategorileri geçirgen ve geçişliliğiyle dikkat çekiyor. Hem bireysel hem de kolektif bir duygu sarmalı şeklinde okunabilecek bu öykü, rüyayla gerçek arasındaki gelgitleriyle müphem bir duygu rejimini imlerken bir kentin geçmiş kimliğiyle bütünleşen karakterlerde bölünmeyi ve parçalılık halini ancak bu kadar çok duyguyla verebilirdi belki de, kim bilir? Belki de Sabri gibi parçalanmış “ben”liklerimize sormak gerekir: “Ne dersin Hacivatım?”[15]
NOTLAR:
[1] Abdülhak Şinasi Hisar, “Ahmed Hamdi Tanpınar: Yaz Yağmuru”, Kitaplar ve Muharrirler III, İstanbul: YKY, 2009, s. 199. [197-199]
[2] Özellikle Gürbilek’in Ophelia üzerinden Tanpınar’ın edebiyatını ele aldığı yazısını hatırlamak gerekir: Nurdan Gürbilek, “Kurumuş Pınar, Kör Ayna, Kayıp Şark: Ophelia, Su ve Rüyalar”, Kör Ayna Kayıp Şark, Metis Yayınları, İstanbul, 2007, s. 97-138.
[3] Kadının adı öyküde doğrudan verilmese de, karakter teyzesiyle kendisi arasında kurulan benzerliği anlatırken kendisine onun adını verdiklerini belirtir, teyzesinin adı Fatma’dır. Ayrıca bu öyküdeki kadını odağına alan dikkat çekici bir yazı için bkz: Berna Gençalp, “Yaz Yağmuru’nun Tanpınar’ı -I”, artfulliving.com
[4] Bu duygular arasındaki geçişin sesteki görünürlüğünü en iyi şekilde ifade eden bir radyo tiyatrosunu da anmadan geçemeyeceğim. Zihni Küçümen’in radyo için uyarlayıp yönettiği, Toron Karacaoğlu ve Tijen Par’ın sesleriyle adeta devleşen bu oyun online platformlardan dinlenebilir:
[5] Nil Tekgül, “Duyguların Tarihi: Edebî Eser Olarak Osmanlı Belgelerine Yeni Bir Bakış Önerisi”, Atelye-Edebiyat ve Duygular, ed. Hazal Bozyer, VakıfBank Kültür Yayınları, İstanbul, 2023, s.33. [17-36]
[6] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaz Yağmuru, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2023, s.17.
[7] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 27-28.
[8] Rob Boddice, Duygular Tarihi, çev. Asena Pala, Fol Yayınları, Ankara, 2023, s.119.
[9] Joanna Bourke, Ağrının Hikâyesi-Duadan Ağrıkesicilere, çev. Ebru Kılıç, KUY, İstanbul, 2019, s. 37.
[10] Alıntılayan: Anil Ananthaswamy, “Bir Rüyayım Sanki Ben-Kendiliğin Oluşturulmasında Duyguların Rolü”, Ya Ben Yoksam?, YKY, İstanbul, 2003, s. 142-142. [122-151]
[11] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 19.
[12] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 20.
[13] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 36.
[14] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 34-35.
[15] Tanpınar, Yaz Yağmuru, s. 9.
KAYNAKÇA:
- Ananthaswamy, Anil, “Bir Rüyayım Sanki Ben-Kendiliğin Oluşturulmasında Duyguların Rolü”, Ya Ben Yoksam?, YKY, İstanbul, 2003, s. [122-151]
- Boddice, Rob, Duygular Tarihi, çev. Asena Pala, Fol Yayınları, Ankara, 2023.
- Bourke, Joanna, Ağrının Hikâyesi-Duadan Ağrıkesicilere, çev. Ebru Kılıç, KUY, İstanbul, 2019.
- Gençalp, Berna, “Yaz Yağmuru’nun Tanpınar’ı -I”, arfulliving.com
- Gürbilek, Nurdan, “Kurumuş Pınar, Kör Ayna, Kayıp Şark: Ophelia, Su ve Rüyalar”, Kör Ayna Kayıp Şark, Metis Yayınları, İstanbul, 2007, s. [97-138].
- Hisar, Abdülhak Şinasi, “Ahmed Hamdi Tanpınar: Yaz Yağmuru”, Kitaplar ve Muharrirler III, YKY, İstanbul, 2009, s.199. [197-199]
- Tanpınar, Ahmet Hamdi, Yaz Yağmuru, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2023, s. [9-62].
- Tanpınar, Ahmet Hamdi, “Yaz Yağmuru-Radyo Tiyatrosu”, youtube
- Tekgül, Nil, “Duyguların Tarihi: Edebî Eser Olarak Osmanlı Belgelerine Yeni Bir Bakış Önerisi”, Atelye-Edebiyat ve Duygular, ed. Hazal Bozyer, VakıfBank Kültür Yayınları, İstanbul, 2023, s. [17-36]
Önceki Yazı

Sofya Kurban’ın göç öyküleri:
Ardışık göçler, iç içe geçmiş yaşantılar
“Sofya Kurban’ın göç öykülerinde önceki kuşakların göçlerini sonraki kuşaklara anlatmalarını andıran bir yan var. Söylem düzeyinde ortak bir dünya inşa etme –gökyüzünü genişletme– çabası olarak tanımlamak mümkün bunu.”
Sonraki Yazı

Hikâye anlatıcısı aramızda!
“ 'Evrenin Yatışmaz Yapısı’nın anlatıcıları tekrarlarla anlattıkları hikâyeleri okurun hafızasına kazırlar, böylelikle hikâyelerini ölümsüz kılmaya çalışırlar. Tıpkı Binbir Gece Masalları gibi, hikâye içinde hikâye okuruz. Her iki anlatıcının anlattığı hikâye adım adım ve ilmek ilmek örülür, işlenir, bağlanır, birleştirilir.”