• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Başar Başarır ile sohbet:

“Dil hayatı yansıtır”

 “Fukaranın Ahı sözlük desen değil, deneme hiç değil, kerameti kendinden menkul bir şey oldu. O yüzden 'defter' diye anmayı tercih ettim. Gülümseten, yer yer can yakan, eskiyi hatırlatıp, varsa kıymetini, yoksa cezasını veren bir defter.”

Figen Şakacı, Başar Başarır

FİGEN ŞAKACI

@e-posta

SÖYLEŞİ

29 Mayıs 2025

PAYLAŞ

İşi gücü yazmak olanların, dünyayı dil aracılığıyla anlamlandırma ve anlatma derdine düşenlerin pek bereketli, çok baharatlı dilimiz Türkçeye meftun olmaması pek olası gelmiyor bana. Yazarken kullandığınız dilin, yazdıkça size bir üslup kazandırdığını da cepte tutarsak, “üslubunuz parmak izinizdir” gibi afili bir cümleyi orta yere koyabiliriz. Lafı hiç dereden tepeden dolandırmadan Başar Başarır’a getireceğim. Getireceğim de, bir itirafı da eklemeden edemeyeceğim. Efendim, kendisiyle otuz beş yılı aşkın arkadaşlığımıza, çalışkanlığına duyduğum hayranlığa, yazdığı son kitapla (Fukaranın Ahı, İthaki Yayınları) bizzat haset karıştırdı. Yani ortalığı karıştıran o, hasedi duyan benim! Nasıl duymayayım; annemin dilini yazdıklarımın içine eser miktarda katarak dolaşıma sokayım derken, o tuttu, rahmetli babası Vedat Başarır’ın ağzından dökülenleri önümüze serdi, hem de “geçmiş hakikaten başka bir ülke” diye diye gezindiği hatıralardan süzülen, yer yer sızılı, hepten hınzır cümleleriyle… Kendisi kitabın altına “şahane atasözleri defterim” notunu düşmeyi ihmal etmemiş. Meğer Başarır’ın atasözlerine düşkünlüğü, “soyut düşünceyi teşvik etmesinden”, hayal gücünü dürtüklemesindenmiş. Doğru söz katarından belli olur diyerek (belki bu cümleyi de yeni baskılara alır) mikrofonu kendisine uzatıyorum.

 
 
 

Dünyanın Bütün Fıstıkları’nı okurken atasözlerinin altını çizmiş, bunları da ayrı bir kitap yapsa diye Deniz’e mesaj atmıştım; meğer sen o sırada bu kitaba çalışmaktaymışsın. Bence yazıyla uğraşan herkes için kılavuz bir kitap olmuş, eline sağlık… Ama malum, böyle girizgâhlarda bi’ “gel gel” cümlesi için pas atılır; hadi ben atayım, sen de gole çevir.

Öteden beri atasözleri en büyük tutkularımdan biridir. Baba mirası diyelim… Kılavuz gibi değil de, daha çok bir hatıra, bir yaşantı dökümü olsun istedim. Akademik kalıpların dışında kalan, kendi yolunu çizen bir derleme hayal ediyordum. Pozisyon oldu, daha fazla erteleyemedim; ortaya Fukaranın Ahı çıktı. Sözlük desen değil, deneme hiç değil, kerameti kendinden menkul bir şey oldu. O yüzden “defter” diye anmayı tercih ettim. Mümkün olduğunca gülümseten, yer yer can yakan, eskiyi hatırlatıp, varsa kıymetini, yoksa cezasını veren bir defter.

Bitirgen’i yazmaya başlamadan önce annemi konuşturur, laflarını bir defterde tutardım. Annemle birlikte o defteri de kaybettim; sonra sen çıktın, aynı mahallenin, Bakırköy’ün çocukları olduğumuz yetmezmiş gibi, o defteri önüme koydun. İyi ki avcı olduğun kadar toplayıcısın da! Babana ithaf ettiğin bu kitabı yazmadan önce sen de aynı şeyi mi yaptın, yoksa hafızan mı yardım etti?

Hafıza şöyle çalışıyor: Önce sözü değil, sözün ait olduğu ânı, hatırayı getiriyor. Bu lafı babam söylemişti ama, nerden icap etti de söyledi? İşte püf noktası burası. Olayı unutmazsan sözü de hatırlarsın. En azından bende böyle. Ayrıca not aldığım defterimi hiç kaybetmedim, çünkü uzun süredir elektronik ortamlarda takılıyorum. İşte şimdi “bulut” diyorlar ya, yerden yüksek bir yerlerde saklıyorum bütün hazineleri.

“Atasözü donuk değildir, ihtiyaca göre şekillenir” diyorsun ve “Nedir o ihtiyaç?” sorusuna da “Temenni” diye cevap veriyorsun. Temenni kısmına katılmakla birlikte, cinsiyetçi, ırkçı ifadeleri dolaşıma sokmama seçimin için de ayrıca tebrik ederim ama şu temenni kısmını okurlar için biraz açmanı istiyorum.

Atasözleriyle ilgili ilk fark ettiğim şey, bir kısmının eskidiği, bir kısmının da yolda değişerek tamamen başka anlamlara büründüğüdür. Oysa akademik çalışmalara bakarsanız, bu sözlerin zamanın içinde donması, bırakın anlamı, kelime düzeninin dahi sabitlenmiş olması gerekir. Oysa halk dilinde işler hiç de böyle yürümez. Herkes ihtiyacına göre eğip büker atasözlerini. İkinci olarak, atasözlerinin hükümsüz olduğunu biliriz. Yani çoğu işlevsizleşmiş, verdiği öğüt tutulmaz olmuştur. Ama söz yine de yaşar. Bu durumun üzerinde düşünürken fark ettim ki, bunlar temenni mahiyetinde söylenen dualara dönüşmüştü. Yani öyle olacağı için değil de, öyle olsun istendiği için söylenmekteydi. Fukaranın ahıyla tahtından inen şah yüzyılda bir kez görünür belki ama söz her dakika binlerce kez tekrarlanıp durur. İşte bu tam anlamıyla temennidir, ya da temenni böyle bir şeydir.

Roman ya da öykü yazacaksam mutlaka masamda en az iki sözlük olur, bunlardan biri de rahmetli Filiz Bingölçe’nin Kadın Argosu Sözlüğü’dür, ki onun da dilimize yaptığı muhteşem katkılar unutulmaz. Senin gibi dil meftununun ta bin yıl öncesine gidip, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten atasözü ayıklayıp, günümüz diline çevirerek önümüze koyması da keza. Kitap olsun diye çalışılmamış, senin yazma terbiyene uygun, çalışma ritüelinin olmazsa olmazı bir defteri okura açtın. Senin okura sorduğun soruyu ben sorayım: “Nedir bir kitabı bir defterden ayıran şey?”

Vay, tuzak soru! Kitabı defterden ayıran şey ne mi? Şahane bir atasözünü sıradan bir sözden ayıran şey neyse odur. Yani biri kalır, yüzyıllara, binyıllara tur bindirir, öteki unutulup gider. Aslında her kitap bir defter olarak başlar macerasına. Onu kalıcı kılacak olan zamanın sonsuz durağanlığına ve yıpratıcı dalgalanmalarına karşı gösterdiği dirençtir. Tabii varsa öyle bir direnç. Zamana direnecek gücü yoksa eğer, adı kitap olmuş, defter olmuş, yemek tarifi olmuş, fark etmez.

Kitabın içindeki atasözlerinin kefir gibi üremesi için e-posta adresini veriyor, (buradan da vermek ister misin?) yeni baskılara eklemek ve koleksiyonu genişletmek istiyorsun. Edebiyat tarihimizde okuru böyle içine katarak yapılmış hangi çalışmalar var?

Başar Başarır
Fukaranın Ahı
–Şahane Atasözleri Defterim
İthaki Yayınları
Mayıs 2025
152 s.

Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok ortak derleme çalışması yapılmış. Yöresel sözler toplanmış, hatta gazeteler aracılığıyla eski kelimelere yeni karşılıklar aranmış. Böyle çalışmalar var kısacası; kolektif üretimin yabancısı değiliz. Ancak içinde debelendiğimiz şu son yüzyılda, üstelik iletişim ve tartışma olanakları bu derece ayyuka çıkmışken, birbirimizden tamamen kopmuşuz. Bunun sosyolojik sebeplerini sıralamak bana düşmez. Gördüğümü kısa yoldan tarif etmem gerekirse, insanlar artık bir şey “yapmak” değil, bir şey “olmak” istiyorlar. Bu açıdan bakınca, evet, yapmaya çalıştığım, eskinin unutulmuş bir üretim biçimini yeniden canlandırmak. Tıpkı atasözlerini dolaşıma sokmak gibi… Meraklı okura selamımı söyleyin; yeni baskılara girmesini arzu ettikleri, unutulmasına gönüllerinin razı gelmediği nadir atasözleri biliyorlarsa bana elektronik posta yoluyla gönderebilirler: basarbasarir@yahoo.com

Bu defter daha çok su kaldırır.

“Yazarın akıllısı, aklına gelen muzır şeyleri kurgudaki zayıf karaktere söyletir” diyerek yazma atölyelerinde kullanılmaya müsait bir cümle koyuyorsun önümüze; ki bence de sadece yazarlar için değil, yazmak isteyenler, yazıyla, dille derdi olanlar için de bir kerteriz cümle bu. Ne dersin?

Kimi atasözleri var, yaslandığı kavramlar eskimiş. Misal: Halep ordaysa, arşın burda. Günümüz insanı için arşın nedir, ne işe yarar? Ya da: Yatsının kerametini güveyden sormalı. (Bunun açıklamasını kitapta yazdım; merak eden bir zahmet bakıversin.) Bir de kavramları eskimediği halde manaları eskiyenler vardır. Bunların bir kısmı ırkçı, ayrımcı, muzır, vesairedir. Bazılarında insanlık dışı imalar bulunur. “Olmaz olsun böyle ata!” dedirten sözlerimiz de vardır. Ben mümkün olduğunca, kantarın topuzunu kaçırmadan elbette, böyle çağdışı sözleri de yazıya katıyorum. Yazıyla uğraşan herkes gibi benim de saplantılarım var, bu da onlardan biri. Kendim söyleyemeyeceğim laf-ı güzafı talihsiz bir roman kişisinin ağzından seslendiriyorum. Karakterin dili müsaitse elbette. Velhasıl, Fukaranın Ahı benim yazarken dille kurduğum ilişkiyi de tarif eden bir derleme oldu. Yaşantı dememin sebebi de biraz bu.

Başar Başarır

Kitabın bir yerinde acaba kendi de atasözü yerine geçecek bir şeyler uydurdu mu diye düşünürken düştü önüme, “Asıl vatan dildir, anavatan anadildir” cümlen. Altına imzamı atarım şahsen! Ha, bir de atasözünün yanına ‘anasözü’nü koyarak dişil yaratıcı zekâdan söz ediyorsun ve “böyle bilgeliğe erkek aklı ermez” diyerek içimize su serpiyorsun. Yörelere göre değişen dilin cinsiyeti hakkında biraz daha konuşalım mı?

Dil hayatı yansıtır. Çünkü insanlar hayata dille bağlanır. İşte bu yüzden yaşama biçimleri değişince sözler de değişiyor. Şehirdekilerin atasözleri sıklıkla saraydan, hamamdan, medreseden dem vururken, köy yerindekiler daha çok hasattan, hayvanlardan, hava durumundan bahseder. Kadınlar için bu daha da bariz. Eve kapalı yaşayan, komşuları ve akrabaları dışında kimseyi görmeyen, çocuk bakıp yemek yaparken aynı zamanda bağda, bahçede, tarlada çalışmak zorunda olan kadının sesi elbette başka türlü çıkıyor. “Anasözü” dediğim de bu sesler. Şunu da söyleyelim; bozuk düzenin devamında kadınlar yer yer erkekler kadar olumsuz rol oynar. Sırf düzen bozulmasın diye analar kızlarına, gelinlerine eziyet eder. Buna karşılık, görece gevşek dokulu topluluklarda kadınlar dağa çıkar, isyan eder, ağanın karşısına dikilir. Bunları atasözlerinde pek görmeyiz ama. Çünkü toplum daima kendi bekasını önceler ve kurulu düzeni destekleyen sözleri tekrarlamayı tercih eder.

“Bilmiyorum Altan, bilemiyorum” gibi dilimize yerleşen bir Cem Yılmaz repliğini de araya sıkıştırmışsın. Gezi’de başlayan ve adına Gezi-zekâlılar dediğimiz bir kesimin t’ürettiği o ironik dilin de kaydı var mı sende? Kirli çıkısın ya, onları da atlamamışsındır diye soruyorum.

Cevap veriyorum: Evet, isabet buyurdunuz. Çok geniş bir duvar yazıları arşivim var. Sosyal medyadan ayıklanan, haber sitelerinden silinen, sonradan erişimine engel getirilen pek çok görseli bulutta biriktirdim. Duvara “Çare Drogba” yazan, biber gazı sıkan güvenlik güçlerine “Bas gaza aşkım” diye seslenen, köşede uyurken üzerine “Arkadaşlar, ikide sınavım var, ne olur uyandırın beni” diye kocaman pankart yapıp örtünen gençlerin o akıl almaz direnişi dilimize de çok şey kattı. Bir gün ülkenin alternatif tarihi yazılırken oradan başlanacak. En olmadı, biz yazarız.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • başar başarır
  • Fukaranın Ahı

Önceki Yazı

SÖYLEŞİ

Çağla ve Çiçek Öztek'le söyleşi:

Bir aile, bir bahçe, bostan, ağaçlar, kuşlar...

“Çağla ve Çiçek Öztek kardeşlerin aile apartmanlarının bahçesinde aile, mahalle, zaman, doğa ve bahçecilik üzerine gözlem ve deneyimlerini paylaştıkları kitapları Bahçede Hayatlar, permakültür ilkeleriyle şehir bahçıvanlığı üzerine pek çok söz söylüyor...”

RAİFE POLAT

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Enis Batur Kolokyumundan izlenimler

Emin Nedret İşli, Çağlayan Çevik, Selahattin Özpalabıyıklar ve Mesut Varlık'ın “Enis Batur İçin Yerli Yersiz Bir Kolokyum Çatma Denemesi”ne dair  izlenimleri...

K24
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist