• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Akdeniz ve edebi dalgalar

Klasik Doğu-Batı aksından çıkıp meseleye ‘Akdenizlilik’ üzerinden bakan bir küçük edebiyat festivali: Akdeniz Konuşuyor. 

AHMET ERGENÇ

@e-posta

HER ŞEY

20 Mart 2025

PAYLAŞ

Bu hafta ilginç bir festival düzenlendi: Klasik Doğu-Batı aksından çıkıp meseleye ‘Akdenizlilik’ üzerinden bakan bir küçük (ya da ‘minör’ ya da ‘bağımsız’) edebiyat festivali: Akdeniz Konuşuyor. Festivalde, adı üstünde, Akdenizli yazarlar konuşuyor. Akdeniz tarihi, kültürü, edebiyatı ve mevzuları ele alınıyor ve Akdeniz usulü, zihinler kaynaşıyor. Mantık şu: Her yıl bir Akdeniz şehrinde, Akdeniz ülkelerinden (Türkiye hariç değil) yazarlar ve düşünürler bir araya gelecek, Akdeniz tarihi, siyaseti ve edebiyatı üzerine konuşacak ve böylece daha çok doğu-batı ekseninde gelişen Batı merkezli kültürel ağlara bir alternatif gelişecek. Şahane bir fikir bence. Organizasyonunu da yine şahane bir fikirle Mediweaves, yani “Akdenizli Bağımsız Kitabevleri Ağı” üstlenmiş. Mediweaves kendini şöyle tanımlıyor: “Mediweaves, İtalya, Türkiye, Yunanistan, Filistin, İsrail, Fas, İspanya ve Fransa’dan dokuz bağımsız kitapçının bir araya gelmesiyle oluşan ve iki yılı aşkın süredir yoğun bir fikir ve görüş alışverişinde bulunarak Akdeniz’in jeopolitik coğrafyasının kültürel rolü ve günümüzde bağımsız kitapçıların görevi üzerine kafa yoran uluslararası bağımsız kitapçılar ağıdır.” Bu örgütsüz ve dayanışmasız dünyada böyle bir ağ olması, bunun da kitabevleri üzerinden olması insanı mutlu ediyor ve ‘eski güzel günler’in tekrar mümkün olabileceğini düşündürüyor açıkçası.

Gelelim organizasyona: 17-18 Mart’ta İstanbul’da yapılan festivalin ilki geçen sene Sicilya’da yapılmış, Ayfer Tunç, Ece Temelkuran ve Gündüz Vassaf’ı İtalyan okurlarla buluşturmuş. (Sicilya’da, o harika güneş altında edebiyat ve diğer şeylerden konuşmak ne şahane fikir!) Bu yılki festival ise iki yazar ağırladı: İlk gün İtalya’dan Veronica Raimo (Eylül Görmüş ve çevirmen Eren Cendey eşliğinde) ve ikinci gün Türkiye’den Şebnem İşigüzel (çevirmen ve tarihçi Nicola Verderame eşliğinde).

Ben açıkçası sadece ikinci günü dinleyebildim ama festivalin ruhuna ve hissine dair aklımda bazı hoş esintiler kaldı; bu yazıyı yazmamın sebebi de budur. Evet, bu yazı neredeyse Akdenizli bir heyecanla yazılmıştır. Akdenizliler, bilirsiniz, konuşmaya orta yerinden başlayabilir ve konuşmayı orta yerinde bırakıp gidebilirler; analitik değil, daha esriktirler. Sağları solları belli olmaz; biraz serseri, biraz dengesizdirler.

Festivalin ikinci gününe heyecanla ve son anda yetişen biri olarak ilk hissettiğim şey bir bakış kayması oldu: Doğu-Batı tartışması ekseninin bozan bir bakış kayması. Malum, Türkiye’de en azından Tanzimat’tan bu yana bütün entelektüel çaba bir ‘Batılılaşma’ jargonu ve hevesi üzerine kuruludur; geç kalmış modernlik, olamayan ‘çağdaşlaşma,’ kimlik krizleri, Doğu-Batı arasında bölünmeler, vesaire. Edebiyatta da, yine Tanzimat’tan bu yana asıl mevzu budur: Recaizade’den Tanpınar’a ve Orhan Pamuk’a kadar asıl hat ve asıl kriz Batılılaşma hattıdır ve modernizm tartışmaları da, malumunuz, Batılılaşma tartışmalarına göbekten bağlıdır.

Türkiye’nin entelektüel pusulası bu açıdan sadece iki yönlüdür; Kuzey ve Güney gibi yönler yoktur. (Halbuki Avrupa düşüncesinde ve entelektüel tartışmalarında Kuzeylilik ve Güneylilik gibi bariz yönler de vardır ve hatta bazı düşünce hiyerarşileri bu yönler üzerinden kurulur.) Türkiye’deki entelektüel tartışmalarda, edebiyatta ve diğer şeylerde Kuzey ve Güney boş gibidir. Mesela Akdenizli ve Karadenizli yazarlar arası bir ‘tartışma’ yoktur; aslında Akdenizli yazar diye bir kategori bile yoktur.[1] Ülke, yani Cumhuriyet sanki ülkenin tam ortasından (yukarısı yani Kuzey, aşağısı yani Güney üzerinden değil) geçen bir Doğu-Batı treni üzerine kurulmuştur ve bütün entelektüeller bu trenin vagonlarına yerleşir.

Velhasıl, bu festival daha adıyla –Akdeniz Konuşuyor– bizi başka bir yöne doğru sevk ediyor: Türkiye denen ülke, Doğu-Batı arasında gerilmenin yanı sıra, Akdeniz’e büyükçe bir kıyısı olan, Akdeniz kültürünü miras almış bir ülkedir. Festivali düzenleyen Mediweaves’in kapsadığı ülkeleri düşünelim: İtalya, Türkiye, Yunanistan, Filistin, Fas, İspanya, Fransa… Bu ülkelere daha birçok ülke eklenebilir: Lübnan, Mısır, Cezayir, vesaire. Burada durup düşünülecek şey şu: Bu ülkeler ve kültürler arasında ‘ülkeler-aşırı’ ortak bir şeyler, bir kültür, bir tarih, bir kolektif bilinçdışı ya da bilinç (ya da artık adına ne derseniz o) var mıdır? Akdenizli bir yazar diğer Akdenizli yazarla karşılaşırsa ne olur? Bir ortak hafıza, bir ortak hissiyat bulabilirler mi? Batı-dışı bir modernleşme, mesela bir Akdeniz modernleşmesi mümkün müdür? Bu festival bu tip soruları Türkiye’de araştıran bir girişim, bir deneme, bir düşünce pratiği olarak önemli.

Gelelim konuşulanlara: Dediğim gibi, ben sadece ikinci günü, Şebnem İşigüzel ve Nicola Verderame’nin konuşmasını dinledim. Konuşma İşigüzel’in bütün romanları ve yazarlığı ama bilhassa da son romanı Memoria üzerinden ilerledi. Memoria devasa (yaklaşık 1.000 sayfa) bir tarihle ve tabii ki yaşanan siyasi şiddetlerle yüzleşme kitabı olduğu için, konuşmanın önemli kısımlarından biri Akdeniz etrafındaki şiddetin tarihi ve şimdisiydi. Önce Akdeniz’de yaşanan ‘mülteci’ krizi konuşuldu. Malumunuz, yakın dönem haberler Avrupa’ya gitmek isterken Akdeniz’de mahsur kalan ve boğulan ya da ‘yakalanan’ mültecilerle dolu. Yani Akdeniz sadece bir ‘güneşli tatil öğesi’ ya da şen şakrak insanların mekânı olarak konuşulmadı. Reel-politik de işin içine dahil oldu ve Akdeniz’in üzerine düşen kara bulutlar da konuşuldu. İşigüzel bu tür tarihsel kara bulutları, yaşanan tarihsel şiddeti kitaplarına dahil etmek konusunda gayet hassas ve özenlidir: Yaptığı konuşmada da bir yazar olarak sorumluluğunun bu şiddeti kayda geçirmek ama orada bir yerde bir umut ışığını da tutmak olduğunu söyledi ki, doğru, tam da böyle olmalı. Eagleton’ın klasikleşen (ya da klasikleşmesi gereken) ifadesiyle: Bir ‘iyimser olmayan umut’ hali.

Konuşmanın bir diğer yönü de Akdeniz ülkeleri arasındaki benzer kültürel ve politik durumlardı. Malumunuz, hep söylenir, Türkiye yer yer İtalya’ya benzer, yer yer İspanya’ya, yer yer Yunanistan’a. Politika, kültür, yemek, müzik ve diğer şeyler. Hem travmatik geçmişler (diktatörlükler, darbeler, vs.) hem de iç açıcı yönler (yemekler, masalar, hikâyeler, müzikler, vs.) açısından bir ‘Akdeniz benzerliği’ vardır hakikaten. Bu benzerliği İspanya’dan Yunanistan’a, Türkiye’den Lübnan’a, Filistin’den Fas’a kadar uzatabilirsiniz: Bir Akdeniz havzası benzerliği. Şebnem İşigüzel de kendi yazısının Calvino’ya benzetilmesinden duyduğu memnuniyeti ve heyecanı dile getirerek bu Akdeniz benzerliğini onaylamış oldu.

Bu ‘birlik’ ve hatta iç içe geçmişlik duygusuna tezat mevcut eğilimler, Avrupa ve diğer bölgelerde sağın ve ‘göçmen karşıtlığı’nın yükselişi şaşırtıcı ve üzücüdür elbette. İşigüzel bu yeni muhafazakâr dalga karşısında daha ‘melez’ bir gelecek hayal ettiğini söyledi; sınırları kültürel ve politik açıdan ortadan kaldıracak ya da geçirgenleştirecek bir melezleşme hareketi. Bence harika bir umut. Melezleşme dünyanın yeni kurtuluş hareketi olabilir, neden olmasın? Yıllarca Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde fotoğraflar çeken bir arkadaşımın (Emine Akbucak) yaptığı bir portre çalışması aklıma geliyor. Farklı kökenleri aynı bünyede buluşturan kişilere dair yaptığı portre çalışmaları beni çok etkilemişti. Mesela İran-Almanya karışımı, mesela Yunan-Fransız karışımı, mesela İtalyan-Rus karışımı kişiler. Bu kişilerin yüz ifadelerinde ve anlattıkları hikâyelerde ulusal anlatıları geçersizleştiren ve biraz da komikleştiren bir şey var; sınırları aşan ve başka bir ihtimale işaret eden bir şeyler. Bu ifadelere ve hikâyelere bakınca, insanın aklından bir an için şöyle bir slogan geçiyor: Dünyayı melezler kurtaracak!

Farklı ülkeleri bir araya getiren böyle festivallerin de bu tip bir melezleşmeye (hem mecazi hem de reel olarak) zemin hazırladığını düşünüyorum, o yüzden çok önemliler.

Homer Kitabevi (solda), Frankeştayn Kitabevi (sağda).

Bitirmeden, bu festivali düzenleyen İstanbullu kitabevlerinden de bahsetmek isterim: Homer ve Frankeştayn. Homer yıllardır (belki 25 yıldır) Galatasaray’da faaliyet gösteriyor, ısrarla ve zarafetle. Öğrencilik yıllarında orada çalışmış ve kitaplar hakkında çok şey öğrenmiş biri olarak, Homer’e var kalmaktaki ısrarı için buradan bir teşekkür. Frankeştayn ise görece yeni bir kitabevi; görece zor bir bölgede, Tophane’de açıldı. Güzel söyleşiler düzenliyorlar ve güzel de kahveleri var. Uğrayınız, destekleyiniz ve kitaplarınızı mümkünse bağımsız kitapçılardan alınız.[2]

 

NOTLAR

[1] Birkaç yıl önce Akdeniz, bilhassa da Antalya üzerine yazdığım bir yazıda, Akdeniz’deki o yoğun duyguyu ve hissi tanımlayan bir klasik yazarımız olmadığını söylemiş ve Akdeniz’deki duyguyu Yaşar Kemal’in ‘sarı sıcak’ına göndermeyle ‘turuncu sıcak’ diye tanımlamıştım. O ‘turuncu sıcak’ his halen yazılmayı bekliyor. Yazı için bkz. "Deniz, Güneş ve Rodin". 

[2] Bu vesileyle Beyoğlu ve civarındaki kitabevlerini hatırlayalım: Robinson Cruose, Minoe, Vinyet, Kırmızı Kedi, Mephisto, Bookbar, Medya Kitabevi ve diğerleri.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Akdeniz Konuşuyor İstanbul
  • Frankeştayn Kitabevi
  • homer kitabevi
  • Nicola Verderame
  • şebnem işigüzel

Önceki Yazı

TADIMLIK

Felsefi Şiir:

2000’li Yılların Poetikası

Yücel Kayıran'ın Felsefi Şiir adlı kitabının genişletilmiş yeni baskısı Everest Yayınları tarafından önümüzdeki günlerde basılıyor. İlk kez müstakil olarak yayımlanacak olan kitaba yazarının yazdığı önsözü Tadımlık olarak sunuyoruz.

K24

Sonraki Yazı

PORTRE

Çağdaş Norveç edebiyatını Dag Solstad olmadan hayal bile etmek mümkün değil.

“14 Mart 2025'te kaybettiğimiz Solstad romanlarında sürprizli dönemeçler kullanmayı veya okuru umulmadık sonlara götürmeyi sever. Örneğin derin can sıkıntısı ile hayattan bıkkınlık, kırılan bir şemsiye suretine bürünüp çıkar karşımıza.”

BANU GÜRSALER SYVERTSEN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist